28 Aralık 2010 Salı
22 Aralık 2010 Çarşamba
Talihsizlik Bir IRK’ tır
Günlerdir yoldayız. Günlerdir. St.Petersburg’dan iki askerle beraber Moskova’ya geçiyoruz. Ellerinde iki uzun namlulu tüfek. İsimlerini bilmiyorum, beklide duymuş olabilirim ama konuştuklarını hatırlamıyorum. Aslında bu soğukta yavaş yavaş kanımın damarlarımda donduğunu hissettiğim için kendi adımı bile hatırlamak konusunda güçlük çekiyorum. Unutamayacağım şeyler var elbet. İçeriye nasıl düştüğüm konusu mesela. Sovyetler birliği beni Hitler’in ajanı sanıyor. İyi bir Almancam var ve dili iyi bir Alman aksanıyla konuşuyorum. Ajanlığı, bir Alman olsaydım düşünürdüm aslında ama bir Rus olduğum için bütün bunlar şuan donmakta olan kanıma dokunuyor. Gittiğim bir Moskova köyünde beni, telefon görüşmeleri sırasında; savaş hakkında bilgi almak için birkaç arkadaşımla Almanca konuşurken görüp ihbar ettiklerini düşünüyorum. Kim bu arkadaşlar, sadece gazeteciler. İnanın benim kadar masumlar. Gazeteci ve yazarım, tarafsızım, bu normaldir. Hem buna sebebiyet veren şeyi yani eğitimimi onlar sağlamadılar mı? Aynı zamanda İngilizce, Fransızca ve İspanyolca da konuşabilirim ama onlar bunu dikkate almadılar. Beni neden Moskova’ya götürdüklerini aslında az buçuk tahmin ediyorum. Sorgu, işkence, yıldırma ve savaş sona erdi. Geriye son bir iş kaldı; idam!. Tanrıya olan inancımı hiç kaybetmedim. İşkence görürken sanırım tek sığındığım şey göğüs kafesimde taşıdığım inançtı. Tam altı yıldır hapishanedeydim, 1940’da girdim.
Yoldayız, günlerdir yoldayız. Tek kelime bile konuşmuyoruz. Günde on saatten fazla kar üzerinde yürüyoruz. Hayatta kalmamız mucize. Aslında neden bir trenle gitmediğimizi sormak istedim ama bunu onlar zaten düşünmüş olmalılardı. Beni ölüme götürürlerken neden ellerinden kurtulmak için kaçmayı denemiyorum ki? Neden hiç konuşmuyorlar? Beni Hitler’in ajanı sandılar, beni ajan sandılar, bir faşist, Alman yanlısı Hitler ajanı! Bu kulağa delice geliyor. Ama artık sorgulamama gerek yok. Tanrıya inanıyorum. Evet, altı yıldır yanımdaydı. 1940 girdim-1946 da çıktım. Savaş sona erdi. Beni idam için Moskova’ya götürüyorlar…
*
Yürüyoruz, günlerdir yoldayız. Sekiz saat oldu artık dermanım kalmadı.
“Hey, şimdi…şimdi düşüp gebereceğim. Lütfen biraz dinlenebilir miyiz, komutanlarınız beni ipte sallanırken görmek isterler eminim, bunun için bir merasim bile hazırlamışlardır ha? “ Birbirlerine baktılar ve bu isteğimi onayladılar. Bunlar dillerini yutmuş olmalılar. Günlerdir beraberiz ama ağızlarından tek kelime duymadım. Bazen dinlenmek için durduğumda silahın dipçiği ile vurup itekliyorlar. Acaba asker olmasalardı ne iş yaparlardı. Siyasetçi, politikacı, yazar, tezgahtar. Hayır, hayır onlar için bu iş biçilmiş kaftan. Biraz konuşsalardı hani iteklerken küfür etselerdi en azından kulaklarım insan sesine kavuşacaktı. Altı yıldır kimseyle konuşmamak kolay mı? Eminim yerimde kim olsa delirmemek için kendine mukayyet olmakta zorlanırdı. Sessiz sedasız altı yıl, 40’da girdim, şimdi Moskova’ya gidiyorum, idama, beni Hitler ajanı olmakla suçladılar. Hala inançlıyım!
Yatıyor olmamızdan hiç bu kadar zevk almamıştım. Hayatımda her şey orantısız buna emin olabilirsiniz. On yıla yakın yattım ve düşünmek için çok zamanım oldu ama şimdi günlerdir yürüyoruz. Yürüyoruz. Yürüyoruz. Yürüyoruz.Yıllarca sürecekmiş gibi. O sırada yürüdüğümüz güzergâhın tam batısından birileri gözüktü. Kim olduklarını tamamen seçmemiz on ya da on-beş dakikamızı aldı. Yaşlı bir kadın, bir asker ve birde Sibirya kurdu. Bizim kadar yürüdüklerinden eminim ama yaşlı kadın nasıl oluyor da buna kanatlanıyor inanmakta zorlandım. Kadında bir tutsak. Hepimiz bir ağacın altına sığındık. Gece hayli geç olmalı, saatler hakkındaki durumumu tahmin etmiş olmalısınız. Zaman kavramı sabit bir süreç gibi. Ne uzun ne kısa. Sibirya kurdu, kadının tam başucuna oturdu. Böyle sabaha kadar bekleyeceği aşikar. Nasıl böyle itaatkâr olabiliyorlar, yani beni götüren askerlerden biri nöbet tutarken düşünüyorum da, bunca yoldan sonra hala görevini yerine getiriyor. Adamlar yorulmak nedir bilmiyor. Ben yorgunluk yüzünden hayıflanmasam onların dinlenmek akıllarının ucundan geçmeyecek. Beklide tek seferde hiç durmadan dünyayı dolaşabilirler. Bunca yoldan sonra sanki dünyanın etrafından iki tur atmış gibi hissediyorum. İşin en güzel yanı yol boyunca ufka bakıyor olmak. Altı yıldır içerdeyim ve tek gördüğüm duvar…. 46 da çıktım.. İdama gidiyorum. Moskova’ya. St.Petersburg’dan. Sessizler. Konuşmuyorlar. Yazardım. Ajanlıkla suçladılar.
*
Ne olduğunu tam hatırlamıyorum ufka bakmış, yavaş yavaş yorgunluk göz kapaklarımın direncini azaltırken güzel bir şarkı duydum. Nerden geldiği umurumda da değildi hani.
Çok derin uyumuş olmalıyım ki askerlerin öldüğünü bile fark edememişim. Kadın başımda dikilmiş öylece bana bakıyordu. Uyanmamı bekliyor olması ihtimal yada beni de öldürmek için hazırlanıyordu. Ve birden o sert Almancasıyla ;“hadi kalk acele etmemiz gerek” dedi. Bu sabah için bunca şey fazla değil mi? Yani onca sıradan günden sonra hayatın hiçte yavaş olmadığını unutmaya başlamışım.” Hey! askerlere ne oldu? Köpek nerde?” Kadının benimle uğraşmanın bir zaman kaybı olacağını düşündüğü, koşarak kaçmasından anlaşılıyor ama nasıl olurda bu yaşta bu kadar çevik olabiliyor. Yirmi yaşındaki bir delikanlıyla yarışabilecek seviyede.
Geride kaldım, yattığım yerde. Artık kendi, yolumu çizmeliyim. İlk işim Amerika’ya kaçmak olacak. Hem böylesi karım ve çocuklarım için en iyisi. İyi bir komünist değilim zaten. İnançlarım var. Çocuklarımın Tanrının varlığından haberdar olmalarını istiyorum. Hem orda kendi yayınevimi bile kurabilirim.
Biraz daha uyumamın kimseye zararı dokunmaz herhalde. Hem kimseciklerde yok.
Ağacın dibinde yığılmış, uykuya yavaşça dalarken bir tank sesi duydum. Kaçmaya başlamak, yapılabilecek en iyi işti ve koştum, koştum, koştum… ama nafile, gelenler Alman tanklarıydı. Savaş bitmemiş miydi? Onların burada ne işi var? Ben içerdeyken ne oldu böyle? Yoksa bana verilen bilgilerin hepsi yanlış mıydı? Her şey bir yana artık Almanların ellerinde bir Rus tutsağıydım!
*
Ne olduğu konusunda tek bir fikrim bile yok. Kavrayabildiğim, SS-subaylarının başımda dolanması. Bazılarında beyaz önlükler var. Duvarı kaplayan gama haçlarıyla alman bayrakları ve Hitler fotoğrafı. SS subaylarının arasında bir adam var ki onun Hitler olma gerçeği beni korkutuyor. Onun ölmüş olması gerekmiyor mu? Hayır, hayır. Bunana inanamam.
Bir sedyedeyim. Lütfen bir Rus ajanı olduğumu sanmasınlar. Vücuduma hükmetmekte zorlanıyorum. Felç mi oldum? Bu korkutucu. Hayır, hayır uyuşturucu vermiş olmalılar. Doktorlardan biri yavaşça bana doğru eğilip, gözlerime ışık tutarak, bilincimin yerinde olup olmadığına emin olmak için, büyük bir ciddiyetle baktı. “Bilincim yerinde ama bilincin, bedenimi eyleme geçirecek gücü yok doktor bey.”
Sonra göğüs kafesimden içeri neşterler, şırıngalar, hortumlar, pamuklu makaslar sokup çıkarmaya başladılar. “Ne yani şuan ameliyatta mıyız?” SS subaylarının ilgisi tamamen şuan olan şeylere kitlenmiş vaziyette. Göğüs kafesimden kalbimi çıkardıklarını gördüğümde, buz parçalarından firar eden damlaların, soğuk soğuk başımdan aktığını hissediyorum.
SS subayları pür dikkat. Fısıltılar. Ve küçük bir dinamoya benzeyen metal yığınını getiriyorlar. Doktor yavaşça eğilip; “Yeni kalbine ‘Merhaba’ de bakalım” diyerek fısıldıyor.
O metal kutuyu göğüs kafesimden içeri, kalbimin yerine monta etti. Bir araba parçası nasıl değiştiriliyorsa, öyle!
“Merhaba, yeni Alman icadı kalbim. Artık bir faşist olabilirim değil mi doktor bey?”
SS subayları çalışan yeni kalbimi görünce alkış tuttular. Evet böylesi bir operasyondan sonra bu tebriki hak ediyor doğrusu. “Bende alkışlamak isterdim doktor bey ama biliyorsunuz işte eylemsizlik… “
Doktor alkışların bitmesinden sonra piposunu yakarak konuşmaya başladı.
“Bu Alman biliminin çığır açan operasyonundaki ilk adımıdır beyler. Alman ulusunun yüceliği karşısında her millet şaşkınlıkla boyun eğecek. Ve kaybedilmiş sanılan bir savaşın enkazı altından yepyeni bir bendenle, tekrar topraklarımız üzerinde yüce milletimizin ve önderimiz Hitlerin adaleti sürecektir. Bu, yeni icat ettiğim yapay kalplerle milletimiz artık daha uzun ömürlü olacaktır. Daha öncede dediğim gibi bu bir başlangıç! Öyleyse asıl önemli olana gelelim. Neden bizim çocuklarımız cephede savaşıp hayatlarını sonlandırsınlar. (hemşirelere bir el hareketi yapıyor ve tekerlekli bir masanın üzerinde bir kutu getiriyorlar.) Bu görmüş olduğunuz mucizevi icat yapay bir beyindir. Ve istediğimiz bilgileri, inançları yükleyip, istediğimiz bir insanınkiyle yer değiştirerek onu kontrol altında tutabiliriz. Yani demek istediğim, itaatkar, ölmeye hazır, askerler yaratabiliriz.”
Birkaç saniye sessizlik. …
“HEİL HİTLER! ”
Ajan olarak ölmeyi yeğlerdim…
Semih Yıldız
Yoldayız, günlerdir yoldayız. Tek kelime bile konuşmuyoruz. Günde on saatten fazla kar üzerinde yürüyoruz. Hayatta kalmamız mucize. Aslında neden bir trenle gitmediğimizi sormak istedim ama bunu onlar zaten düşünmüş olmalılardı. Beni ölüme götürürlerken neden ellerinden kurtulmak için kaçmayı denemiyorum ki? Neden hiç konuşmuyorlar? Beni Hitler’in ajanı sandılar, beni ajan sandılar, bir faşist, Alman yanlısı Hitler ajanı! Bu kulağa delice geliyor. Ama artık sorgulamama gerek yok. Tanrıya inanıyorum. Evet, altı yıldır yanımdaydı. 1940 girdim-1946 da çıktım. Savaş sona erdi. Beni idam için Moskova’ya götürüyorlar…
*
Yürüyoruz, günlerdir yoldayız. Sekiz saat oldu artık dermanım kalmadı.
“Hey, şimdi…şimdi düşüp gebereceğim. Lütfen biraz dinlenebilir miyiz, komutanlarınız beni ipte sallanırken görmek isterler eminim, bunun için bir merasim bile hazırlamışlardır ha? “ Birbirlerine baktılar ve bu isteğimi onayladılar. Bunlar dillerini yutmuş olmalılar. Günlerdir beraberiz ama ağızlarından tek kelime duymadım. Bazen dinlenmek için durduğumda silahın dipçiği ile vurup itekliyorlar. Acaba asker olmasalardı ne iş yaparlardı. Siyasetçi, politikacı, yazar, tezgahtar. Hayır, hayır onlar için bu iş biçilmiş kaftan. Biraz konuşsalardı hani iteklerken küfür etselerdi en azından kulaklarım insan sesine kavuşacaktı. Altı yıldır kimseyle konuşmamak kolay mı? Eminim yerimde kim olsa delirmemek için kendine mukayyet olmakta zorlanırdı. Sessiz sedasız altı yıl, 40’da girdim, şimdi Moskova’ya gidiyorum, idama, beni Hitler ajanı olmakla suçladılar. Hala inançlıyım!
Yatıyor olmamızdan hiç bu kadar zevk almamıştım. Hayatımda her şey orantısız buna emin olabilirsiniz. On yıla yakın yattım ve düşünmek için çok zamanım oldu ama şimdi günlerdir yürüyoruz. Yürüyoruz. Yürüyoruz. Yürüyoruz.Yıllarca sürecekmiş gibi. O sırada yürüdüğümüz güzergâhın tam batısından birileri gözüktü. Kim olduklarını tamamen seçmemiz on ya da on-beş dakikamızı aldı. Yaşlı bir kadın, bir asker ve birde Sibirya kurdu. Bizim kadar yürüdüklerinden eminim ama yaşlı kadın nasıl oluyor da buna kanatlanıyor inanmakta zorlandım. Kadında bir tutsak. Hepimiz bir ağacın altına sığındık. Gece hayli geç olmalı, saatler hakkındaki durumumu tahmin etmiş olmalısınız. Zaman kavramı sabit bir süreç gibi. Ne uzun ne kısa. Sibirya kurdu, kadının tam başucuna oturdu. Böyle sabaha kadar bekleyeceği aşikar. Nasıl böyle itaatkâr olabiliyorlar, yani beni götüren askerlerden biri nöbet tutarken düşünüyorum da, bunca yoldan sonra hala görevini yerine getiriyor. Adamlar yorulmak nedir bilmiyor. Ben yorgunluk yüzünden hayıflanmasam onların dinlenmek akıllarının ucundan geçmeyecek. Beklide tek seferde hiç durmadan dünyayı dolaşabilirler. Bunca yoldan sonra sanki dünyanın etrafından iki tur atmış gibi hissediyorum. İşin en güzel yanı yol boyunca ufka bakıyor olmak. Altı yıldır içerdeyim ve tek gördüğüm duvar…. 46 da çıktım.. İdama gidiyorum. Moskova’ya. St.Petersburg’dan. Sessizler. Konuşmuyorlar. Yazardım. Ajanlıkla suçladılar.
*
Ne olduğunu tam hatırlamıyorum ufka bakmış, yavaş yavaş yorgunluk göz kapaklarımın direncini azaltırken güzel bir şarkı duydum. Nerden geldiği umurumda da değildi hani.
Çok derin uyumuş olmalıyım ki askerlerin öldüğünü bile fark edememişim. Kadın başımda dikilmiş öylece bana bakıyordu. Uyanmamı bekliyor olması ihtimal yada beni de öldürmek için hazırlanıyordu. Ve birden o sert Almancasıyla ;“hadi kalk acele etmemiz gerek” dedi. Bu sabah için bunca şey fazla değil mi? Yani onca sıradan günden sonra hayatın hiçte yavaş olmadığını unutmaya başlamışım.” Hey! askerlere ne oldu? Köpek nerde?” Kadının benimle uğraşmanın bir zaman kaybı olacağını düşündüğü, koşarak kaçmasından anlaşılıyor ama nasıl olurda bu yaşta bu kadar çevik olabiliyor. Yirmi yaşındaki bir delikanlıyla yarışabilecek seviyede.
Geride kaldım, yattığım yerde. Artık kendi, yolumu çizmeliyim. İlk işim Amerika’ya kaçmak olacak. Hem böylesi karım ve çocuklarım için en iyisi. İyi bir komünist değilim zaten. İnançlarım var. Çocuklarımın Tanrının varlığından haberdar olmalarını istiyorum. Hem orda kendi yayınevimi bile kurabilirim.
Biraz daha uyumamın kimseye zararı dokunmaz herhalde. Hem kimseciklerde yok.
Ağacın dibinde yığılmış, uykuya yavaşça dalarken bir tank sesi duydum. Kaçmaya başlamak, yapılabilecek en iyi işti ve koştum, koştum, koştum… ama nafile, gelenler Alman tanklarıydı. Savaş bitmemiş miydi? Onların burada ne işi var? Ben içerdeyken ne oldu böyle? Yoksa bana verilen bilgilerin hepsi yanlış mıydı? Her şey bir yana artık Almanların ellerinde bir Rus tutsağıydım!
*
Ne olduğu konusunda tek bir fikrim bile yok. Kavrayabildiğim, SS-subaylarının başımda dolanması. Bazılarında beyaz önlükler var. Duvarı kaplayan gama haçlarıyla alman bayrakları ve Hitler fotoğrafı. SS subaylarının arasında bir adam var ki onun Hitler olma gerçeği beni korkutuyor. Onun ölmüş olması gerekmiyor mu? Hayır, hayır. Bunana inanamam.
Bir sedyedeyim. Lütfen bir Rus ajanı olduğumu sanmasınlar. Vücuduma hükmetmekte zorlanıyorum. Felç mi oldum? Bu korkutucu. Hayır, hayır uyuşturucu vermiş olmalılar. Doktorlardan biri yavaşça bana doğru eğilip, gözlerime ışık tutarak, bilincimin yerinde olup olmadığına emin olmak için, büyük bir ciddiyetle baktı. “Bilincim yerinde ama bilincin, bedenimi eyleme geçirecek gücü yok doktor bey.”
Sonra göğüs kafesimden içeri neşterler, şırıngalar, hortumlar, pamuklu makaslar sokup çıkarmaya başladılar. “Ne yani şuan ameliyatta mıyız?” SS subaylarının ilgisi tamamen şuan olan şeylere kitlenmiş vaziyette. Göğüs kafesimden kalbimi çıkardıklarını gördüğümde, buz parçalarından firar eden damlaların, soğuk soğuk başımdan aktığını hissediyorum.
SS subayları pür dikkat. Fısıltılar. Ve küçük bir dinamoya benzeyen metal yığınını getiriyorlar. Doktor yavaşça eğilip; “Yeni kalbine ‘Merhaba’ de bakalım” diyerek fısıldıyor.
O metal kutuyu göğüs kafesimden içeri, kalbimin yerine monta etti. Bir araba parçası nasıl değiştiriliyorsa, öyle!
“Merhaba, yeni Alman icadı kalbim. Artık bir faşist olabilirim değil mi doktor bey?”
SS subayları çalışan yeni kalbimi görünce alkış tuttular. Evet böylesi bir operasyondan sonra bu tebriki hak ediyor doğrusu. “Bende alkışlamak isterdim doktor bey ama biliyorsunuz işte eylemsizlik… “
Doktor alkışların bitmesinden sonra piposunu yakarak konuşmaya başladı.
“Bu Alman biliminin çığır açan operasyonundaki ilk adımıdır beyler. Alman ulusunun yüceliği karşısında her millet şaşkınlıkla boyun eğecek. Ve kaybedilmiş sanılan bir savaşın enkazı altından yepyeni bir bendenle, tekrar topraklarımız üzerinde yüce milletimizin ve önderimiz Hitlerin adaleti sürecektir. Bu, yeni icat ettiğim yapay kalplerle milletimiz artık daha uzun ömürlü olacaktır. Daha öncede dediğim gibi bu bir başlangıç! Öyleyse asıl önemli olana gelelim. Neden bizim çocuklarımız cephede savaşıp hayatlarını sonlandırsınlar. (hemşirelere bir el hareketi yapıyor ve tekerlekli bir masanın üzerinde bir kutu getiriyorlar.) Bu görmüş olduğunuz mucizevi icat yapay bir beyindir. Ve istediğimiz bilgileri, inançları yükleyip, istediğimiz bir insanınkiyle yer değiştirerek onu kontrol altında tutabiliriz. Yani demek istediğim, itaatkar, ölmeye hazır, askerler yaratabiliriz.”
Birkaç saniye sessizlik. …
“HEİL HİTLER! ”
Ajan olarak ölmeyi yeğlerdim…
Semih Yıldız
21 Aralık 2010 Salı
Yıkın
Varlığın, varolmuşluğun kökü kurusun ve çok yaşasın.
beden, vücut, seks, haz, orgazm.
alçaklığı ve yüceliğiyle.
iğrenç ruhlar.iğrenç kafalar.tadımlık amlar.
bir ömürlük hayat.
hep geç kalındı ve kalacakta.
yıkıldık.
yıkın.
yıkım.
Wide
beden, vücut, seks, haz, orgazm.
alçaklığı ve yüceliğiyle.
iğrenç ruhlar.iğrenç kafalar.tadımlık amlar.
bir ömürlük hayat.
hep geç kalındı ve kalacakta.
yıkıldık.
yıkın.
yıkım.
Wide
12 Aralık 2010 Pazar
Kronik Doyumsuz Koloni Teşkilatı
Bütün ümidini ritalin gibi ağır druglara bağlamış bir gençlik salya akıtıyorsa tarih kağıtlarına ve her daim biraz daha isteniyorsa kanla barut ve tüm inançların ilk harfinin gölgesinde kan öbeği varsa ve siz bunun farkındaysanız, bilin ki tarih içinde çığlık atan karanlıktansınız.
Robotik aşkların içinde sürekli olarak tinselini kaybetmiş mahlukatlar cehenneminde ya da onlar hala buna dünya diye dursunlar kazanacağınız tek şey ağzınızdan çıkan lafa karşı tarafın inanmasıdır. Her şeyin bir üst mekanizmaya bakarak adım atıldığı ve hala para babalarının ormanları yıktıkları ve insandan korkup kendini betonla kapladıkları ahırlarda izledikleri programların adı yeşil ekran ve çarksız hayatların ambiyansıysa. Bilin ki tarih rögar kapağı açık unutulmuş umumi bir hela. Kara trenlere yazılan ağıtlar artık rakı sofralarına meze olarak dinleniyor ve iğreti gelen bacak arası videoları etik olarak kınanıp öznelinde düşsel bir orgazm aracı olmuşsa ve 1918'de ırmak olan düşmanlık Antep'teki İsa mozaiği gibi porsuyorsa, marjinalık uğruna sarınılan kıyafetler bile saklayamaz o ergenlik sivilcesini.
Şehirlerde moda olan Poi’nin 30 yıldır doğuda çocukların kobay olduğu bir dans olarak yapıldığını bilmeden her küfür ettiğiniz Kürt bir gün hala bir umut var dediğinizde yanınızda olacaksa ve mahşer günü diye kandırılıp kıldığınız namazların aslında boşa gittiğini anlayacağınız zaman asılacak adam olan Aziz Nesin çoktan yok olacak. Özgürlükçü görüşlerin bile belli bir sınırları olduğu şu güzel ve her daim bir cinnet aradığında hemen önüne rengarenk sunduğu dünyamızda hala yalanların kapladığı gerçekler uğruna aşklar yarım kalmakta.
-Geçmiş olsun hayat
-Geçirenler sağ olsun dünya
Ve tüm seçenekler kifayetsiz artık sosyalist bir şarapçının dizelerinde arta kalan. Her şeyi bu kadar s.kebilecek potansiyelde ''aktif'' ruhlarken neden hala sığınacak bir teokrat güç arıyoruz! Derimizi yalanlarımızla giderek siyahlaştırmışsak eğer Mikail beklemek yerine aramızdan çıkaralım. Kendimizin katili olmaya hazır mıyız?
Bir avuç kan ve bolca toprak için uydurulan barış narasını yıkarak kaos! Bütün istediğimiz ve salgıladığımız bu. Otokontrol denen düzenin içindeki robotik aygıtları dışarı atıp ve migren gibi artık manasız yerlerde tarihin içine sıçan erken boşalma sorununu ortada kaldırmak için kaos.
Her şeyin bir üstü arandığı şu zamanlarda tüm sorular bitmiş gibi hala duygusal anlar amacında tanrıya şükran buyurma yerleri arıyorsak ve tanrının tanrısı yoksa bizim neden inancamızı sorgulamadan sadece mensup olduğumuz koloniler inandığı için onlara saygı ve onları biraz daha köleleştirmek ve onları biraz daha maymun etmek için kabul ediyorsak kimine göre toplumsal kimine göre kölelik normları ve hala biraz olsun siyah kalmadığımızı söylüyorsak o an karanlığın içinde yatan size son siyah kürekten son siyah toprak atılmış demektir.
İntihar bir kaybedişin resmi diyorsa doyumsuz koloniler işte o zaman bir direnişin simgesidir. Sadece egolarının bujilerini tamamen gevşettikleri bir ''yeşil ekran''dan sizi mutlu edecek her şeyi yasaklayan çerçeveler çiziliyorsa tek başınıza olsanız dahi direnişe geçin. Onlara tüm hiddetinizle haykırın. Kaos!
GDO'dan GMO'ya geçişin son evresindeyse cenin ve hala biraz umut var diye elindeyse beyaz bir nesne unutma ki Gebermiş Mutasyon Ordusu (GMO) artık salyalarında şeker yerine kan damlıyordur, çünkü artık sen de o maymun kolonisinde Polyannasındır. İki parça toprak için toprakların 50 yılda verdiği mahsul parasından daha çok kelle fiyatına kefen biçildiğini söylediğinde hala nefes alıyorsun ve egoyu bir migren ağrısı kadar çözülmesi kolay fakat bir o kadar sinsi görüyorsan düşmanını tanrı değil de onu yaratan hayal güçleri olarak benimsiyorsan. Kaos yolundasın.
Burak Tunçlar
Robotik aşkların içinde sürekli olarak tinselini kaybetmiş mahlukatlar cehenneminde ya da onlar hala buna dünya diye dursunlar kazanacağınız tek şey ağzınızdan çıkan lafa karşı tarafın inanmasıdır. Her şeyin bir üst mekanizmaya bakarak adım atıldığı ve hala para babalarının ormanları yıktıkları ve insandan korkup kendini betonla kapladıkları ahırlarda izledikleri programların adı yeşil ekran ve çarksız hayatların ambiyansıysa. Bilin ki tarih rögar kapağı açık unutulmuş umumi bir hela. Kara trenlere yazılan ağıtlar artık rakı sofralarına meze olarak dinleniyor ve iğreti gelen bacak arası videoları etik olarak kınanıp öznelinde düşsel bir orgazm aracı olmuşsa ve 1918'de ırmak olan düşmanlık Antep'teki İsa mozaiği gibi porsuyorsa, marjinalık uğruna sarınılan kıyafetler bile saklayamaz o ergenlik sivilcesini.
Şehirlerde moda olan Poi’nin 30 yıldır doğuda çocukların kobay olduğu bir dans olarak yapıldığını bilmeden her küfür ettiğiniz Kürt bir gün hala bir umut var dediğinizde yanınızda olacaksa ve mahşer günü diye kandırılıp kıldığınız namazların aslında boşa gittiğini anlayacağınız zaman asılacak adam olan Aziz Nesin çoktan yok olacak. Özgürlükçü görüşlerin bile belli bir sınırları olduğu şu güzel ve her daim bir cinnet aradığında hemen önüne rengarenk sunduğu dünyamızda hala yalanların kapladığı gerçekler uğruna aşklar yarım kalmakta.
-Geçmiş olsun hayat
-Geçirenler sağ olsun dünya
Ve tüm seçenekler kifayetsiz artık sosyalist bir şarapçının dizelerinde arta kalan. Her şeyi bu kadar s.kebilecek potansiyelde ''aktif'' ruhlarken neden hala sığınacak bir teokrat güç arıyoruz! Derimizi yalanlarımızla giderek siyahlaştırmışsak eğer Mikail beklemek yerine aramızdan çıkaralım. Kendimizin katili olmaya hazır mıyız?
Bir avuç kan ve bolca toprak için uydurulan barış narasını yıkarak kaos! Bütün istediğimiz ve salgıladığımız bu. Otokontrol denen düzenin içindeki robotik aygıtları dışarı atıp ve migren gibi artık manasız yerlerde tarihin içine sıçan erken boşalma sorununu ortada kaldırmak için kaos.
Her şeyin bir üstü arandığı şu zamanlarda tüm sorular bitmiş gibi hala duygusal anlar amacında tanrıya şükran buyurma yerleri arıyorsak ve tanrının tanrısı yoksa bizim neden inancamızı sorgulamadan sadece mensup olduğumuz koloniler inandığı için onlara saygı ve onları biraz daha köleleştirmek ve onları biraz daha maymun etmek için kabul ediyorsak kimine göre toplumsal kimine göre kölelik normları ve hala biraz olsun siyah kalmadığımızı söylüyorsak o an karanlığın içinde yatan size son siyah kürekten son siyah toprak atılmış demektir.
İntihar bir kaybedişin resmi diyorsa doyumsuz koloniler işte o zaman bir direnişin simgesidir. Sadece egolarının bujilerini tamamen gevşettikleri bir ''yeşil ekran''dan sizi mutlu edecek her şeyi yasaklayan çerçeveler çiziliyorsa tek başınıza olsanız dahi direnişe geçin. Onlara tüm hiddetinizle haykırın. Kaos!
GDO'dan GMO'ya geçişin son evresindeyse cenin ve hala biraz umut var diye elindeyse beyaz bir nesne unutma ki Gebermiş Mutasyon Ordusu (GMO) artık salyalarında şeker yerine kan damlıyordur, çünkü artık sen de o maymun kolonisinde Polyannasındır. İki parça toprak için toprakların 50 yılda verdiği mahsul parasından daha çok kelle fiyatına kefen biçildiğini söylediğinde hala nefes alıyorsun ve egoyu bir migren ağrısı kadar çözülmesi kolay fakat bir o kadar sinsi görüyorsan düşmanını tanrı değil de onu yaratan hayal güçleri olarak benimsiyorsan. Kaos yolundasın.
Burak Tunçlar
Duygusal Provakasyon- 15Aralık/Barista Performans
15 Aralık, Çarşamba, 22:00
BARİSTA LIVE
İstiklal Caddesi İmam Adnan Sokak No:8 Kat:2 Beyoglu, Turkey
El bombalı okul çocuklarının, kozmosta kaybolmuş astronotların, medyum mezarlarının, lekesiz gebeliklerin kara şafağındayız.
1 konser mi? -Hayır
1 performans mı? -Hayır
1 İşitsel - görsel şölen mi? -Hayır;
...Sadece ilkel benliğimize, çıplak bir yolculuk! Sonsuz acılarımızı, sonsuz öfkelerimizi, sonsuz umutsuzluklarımızı haykırmak için bir sahne; sadece.
Ayarsız, kuralsız ve leş.
Gerisi, gece ve terör...
Duygusal Provokasyon
anlatıcı / rafet arslan
elektronik sesler,gitar / bora şimşek
elektronik sesler, bas gitar / can tan
davullar, ziller / sedat türkantoz
elektronikler / christoph höfferl
video / alper ince
http://www.myspace.com/provokasyonduygusal
ve provokasyon devam ediyor ....
Epik- Elif Yıldız
“Epik” // Elif Yıldız
illüstrasyon & karikatür sergisi
17- 31 Aralık 2010
KargART / Kadıköy
Kadife Sok. No: 16
Istanbul, Turkey
Sergi Açılış: 17 Aralık Cuma, Saat: 20:00
*Sergi Pazartesi hariç her gün 13:00- 20:00 arası gezilebilir.
"Gazetesini doğru katlayamadığı için haberleri doğru okuyamayan ve bu yüzden birçok şeyden çok sonra haberi olan insanların yarattığı traji-komik durum bu serginin konusu olabilir.
2008-2010 yılları arasında oluşturduğum illüstrasyonlardan derlediğim bu sergi; hayatta küçük ayrıntılara takılıp kaldığım, bunları zihnimde evirip çevirirken, büyük bir hikayenin parçaları gibi görünen durum ve kişilerin, nesnelerin sadece kendi çerçevesiyle sınırlı kalmış zavallı ucubeler ya da o durumdan bir kutsallık çıkarıp yüceleşen, kendi varoluş nedenlerini mırıldananlar oldular. Hepsinin toplamı kendi içine çöken bir ikonlar girdabı gibi. 'Epik' hiç de destansı olmayan ve de kahramanlık öyküsü anlatmayan bir minör sergidir."
Elif Yıldız
Elif Yıldız’ın çalışmaları el çizimleri ve dijital çizimlerden oluşuyor.
http://illustratorsculptor.blogspot.com/
Elif Yıldız
1975 yılında İstanbul’da doğdu. 2004 yılında Hacettepe Üniversitesi G.S.F. Heykel Bölümü’nden mezun oldu. 1998 yılından bu yana çeşitli sergilere katıldı. “Epik” İstanbul’da açacağı ilk kişisel sergidir. Elif Yıldız’ın KargART’da daha önce katıldığı karma sergiler “Toplum Düşmanı” ve “Kargaşa10”.
Ugurlama: Ömer Akay
Kısa Tarih
hızlı koşan ilk vurulur hep duran nefessiz
bir solukta uzayan hayalinde açılmamış sus
perdedeki kana bakıp da hep vuruluyorumlar
sakıncalı amalar göğsünü gere gere içerken
sütten kesilmiş koca koca adamlar bence tertemiz
nedendir ki park denince en son çocuk gelir
yaşımı aldıkça yaslandığım ah o çelik kapılar
devam edilen yumruklarla ayakta sevgilim
veo'n...
Ömer Akay
ps. güle güle git ve güle güle gel. Şebeke'den sevgilerle...
hızlı koşan ilk vurulur hep duran nefessiz
bir solukta uzayan hayalinde açılmamış sus
perdedeki kana bakıp da hep vuruluyorumlar
sakıncalı amalar göğsünü gere gere içerken
sütten kesilmiş koca koca adamlar bence tertemiz
nedendir ki park denince en son çocuk gelir
yaşımı aldıkça yaslandığım ah o çelik kapılar
devam edilen yumruklarla ayakta sevgilim
veo'n...
Ömer Akay
ps. güle güle git ve güle güle gel. Şebeke'den sevgilerle...
16 Ekim 2010 Cumartesi
Hayali- yesilgazete soylesisi
Burcu Yılmaz: Bize biraz Hayalbaz’ı anlatır mısınız. Nedir Hayalbaz? Nasıl başladı bu oluşum?
Hüseyin Uğur: Nefes almaktır Hayalbaz… Kelime anlamı Osmanlıca’dan geliyor. Hayal gerçekleştiricisi demek. Sahne sanatlarının günümüzdeki kadar gelişkin olmadığı o dönemlerde, Karagöz-Hacivat oynatıcılarından birine verilen isim. Kumarbaz anlamına da geliyor, Hayalbaz.
2003 yılında başlayan oluşma süreci tesadüflere dayanıyor aslında. Ben kamu araştırması yapıyorum. Bir yandan da kültür sanat faaliyetlerimiz var. İşlerimizi bırakalım, içinde kendimizin de olduğu, gerçekleştirmek istediğimiz kültür sanat faaliyetleri için düşündüklerimizi eyleme dökebileceğimiz bir de çatımız olsun diyorduk. Bir arkadaşımızın tez çalışması sırasında karşımıza çıkan bu kelimeyi alıp içini doldurmaya karar vererek Hayalbaz’ı kurduk ve giderek anlam kazanmaya başladı.
B. Y. : Nükleere Karşı Sanat, Barışa Rock, 1 Milyon Fidan Dikimi, v.s. gibi geniş bir yelpazede düzenlenen etkinlikleri desteklediğinizi, en azından duyurularını yaptığınızı görüyoruz. Bu etkinliklerin oluşum sürecinde de var mısınız? Yoksa bilgilendirerek dönüşüm aktivistliğimi yapıyorsunuz?
H. U. : Örgütlenme konusunda çok iyiyiz. Geniş ve hızlı yayılan bir duyuru ağımız var. Nükleere Karşı Rock ve benzerleri bizim öncülüğümüzde projeler. Ancak bir milyon fidan dikimi Ege Orman Vakfının yürüttüğü bir projeydi. Doğru olduğuna inandığımız için projeye bizde destek verdik. Asıl işimiz bu değil tabii ki. Olmasını istediğim şeyler olsa da, yapabileceğim şeyler belli. Ben çiçek bile yetiştiremiyorum mesela. Bir milyon fidan da ilgiyi oraya odaklama konusunda çalıştık. Ayrıca bağışlarımızla da destekledik.
B. Y. : Şebeke nedir? Kimlerden oluşur?Elebaşı
H. U. : Şebeke bir beyin fırtınası sırasında uygulamaya dönüşen işlerden. Biz hayata sessiz kalamıyoruz. Uyumsuz ve sorunlu çocuklardanız. Hayalbazın soluk borusu olma nedenlerinden biriside bu. Düşündüğümüz ve düşünmediğimiz halde spontan gelişen şeyler oldukça, yeni gelişmelerde oluyor. Biz burada bir yandan sanatla bifiil uğraşalım bir yandan da kahvemizi çayımızı içelim derken prosedür dayatmaları ile bir baktık ki dernek olmuşuz. Öte yandan gün oluyor pankart alıp sokağa çıkıyoruz küresel ısınma, ağaçlanma konularında özellikle birşeyler söylüyoruz. Dernek söylemleri ve diğer eylemler birbirine karıştırılmaya başlanıldığında, bürokrasi dolayısyla 24 defa kapatıldı Hayalbaz Sanat Derneği. Biz üslubumuzu sanattan yana kullanmayı ve bu şekilde bazı konularda sesimizi çıkartmayı seviyoruz. Ayrıca Hayalbaz ticari bir hamleyle ortaya çıkmamasına rağmen ticari bir yanımızda var -verdiğimiz servis dolayısıyla.Ve çok yoğun geçen zamanlarımız var. Bizimle sanatsal aktivitelerde bulunmak isteyenleri, üretmek isteyen arkadaşları bu ticari duruştan ayrı tutmak gerekliliğide. Şebeke çözüm yollarımızdan birisi oldu. Şu anda belirli sürelerle düzenli olarak çıkartıyoruz Şebeke fanzini.
B. Y. : Politik bir duruşunuz varmı?
H. U.: Aksine anti-politik bir duruşumuz var.
B. Y. : Genç aktivistlerden oluşan bir işletme, personel ve müşteri portföyünüz var. Bilinçli bir alt kültür oluşumundan bahsetmek mümkünmüdür Hayalbazda?
H. U. : Evet olabilir. Süreç içerisinde yaptığımız işler, bizimle takılanlar ve ortaya çıkanlar doğrultusunda evet, burada kollektif bir oluşum var. Sadece bazılarımızın daha önemli işleri var. Doğru bildiğimiz şeyleri samimi ifade etmeye çalışıyoruz. Aldığımız belli bir kültür var zaman zaman kendi kültürümüzle çakışan noktalarımızda var. Burada oluşan altkültür bu açıdan değerlendirdiğimizde spontane gelişmiş bir durum. Çıkardığımız fanzinler, yaptığımız müzikler, çizdiğimiz resimler böyle bir kültürün oluşmasını sağladı.
B. Y. : Kendinizi dönüşümsel aktivistler olarak tanımlayabilir misiniz?
H U. : Tanımlamak istemiyoruz. Her türlü tanımdan uzak olmak istiyoruz. Bu hayalbaz kafası işte..
B. Y. : Yeni nesil bir altkültür buluşma noktası olarak yönlendirme ve eğitim konularında nasıl bir duruşunuz var?
. U. : Üzerimize misyon biçilmesini pek istemiyorduk ancak böylede bir durum kendiliğinden oluştu. Burada servis elemanı olarak ekibimize katılan bir arkadaş profesyonel bir müzisyen olarak kapıdan dışarı çıkabiliyor. “Gün ışığıyla ilk buluşma” ile mesela henüz hiç kendini ifade edememiş insanları bir araya topladık. Biz sanatta salon kültürüne karşı duruşu olan kişileriz. Zaman içerisinde Hayalbaz’dan fotoğrafçı da, sinemacı da, yazan çizenlerde çıktı. Hatta bizim çetenin elebaşlarından birisi, yılbaşında eğlenmek için buraya gelen, es kaza burada grafiker olmaya karar veren, şu anda işlerine İstanbul’dan devam eden aynı zamanda bizim de sanat prodüktörümüz olan eski bir müşterimiz.(Lakabı bizde saklı)
B. Y. : Buraya gelenleri, ekibe, aktivitelere katılmak isteyenleri seçmek gibi bir çizginiz var mı ?
H. U. : Biz kimseyi seçmiyoruz. İnsanlar bizi seçiyor. Buraya gelen müşterileri geri çevirmek gibi bir tutumumuz yok. Herkese kapımız açık. Karşılıklı ilişkilerin absürd noktalara varmasını istemiyoruz. Sadece bu konuda tek çizgimiz bu. Personel seçerken çok donanımlı, v.s.’ye bakmıyoruz. Profesyonelden daha ziyade samimi iyi niyetli genç arkadaşlarla hatta amatör bir ruhla burada birlikte yoğrulmak en sevdiğimiz.
B. Y. : Bay perşembe kimdir? Gerçek midir?
H. U. : Şebeke’nin merkez komite üyelerinden birisidir. Şu anda Kadıköy semalarında olmalı. Karga ya da 6:45′ de olur. Bazı perşembelerde buralarda görüldüğü rivayeti de var. (Hüseyin Uğur; unutmayın bütün kahramanlar gerçektir diyerek gülümsüyor.)
B. Y. : Ağırladığınız profesyoneller. Birlikte çalışmalardan bahsedebilir misiniz?
H. U. : Küçük İskender, Bandista, Abarjazz, v.s., dinlediğimiz sevdiğimiz ortak paydalarımız olan arkadaşlar. Bir projeleri olduğunda bir iletişim trafiği ile yapılması düşünülen projeye birlikte göz atıyoruz. Karşılıklı herşey uygunsa program gün ve detaylarına karar veriyoruz. İstanbul’dan Karşı Sanat, Hafriyat Karaköy, Kadıköy tayfasından Karga, 6:45… gibi topluluklarla içerikleri doldurma ve yeni insanlarla buluşturma noktasında etkin bir rolümüz var. Ekibi full kadro bir arada görmesenizde, ürünlerde Hayalbaz ekibinin ve bu sürreel üretim durumunun yansımalarını görebilirsiniz.
B. Y. : Deneysel perşembe nedir peki? Fikir babası Bay Perşembe midir? Neler yapılır?
H. U. : Yok o bir gönderme. Deneysel perşembeler özellikle Abarjazz grubundan Karahan’ın oldukça emeği geçen, çok profesyonel bir çalışmadır. Burada sohbet ederken müzikal olarak kendimizi ifade edemediğimize, yetişmiş müzisyenler olsada farklı sesleri dışarıya yansıtamadığımıza karar verdik. Karahan profesyonel bir müzisyen olarak bu noktada deneysel perşembeler gibi birşey çıkarttı ortaya. İlk başlarda pek algılanmadı. Deli müziği çünkü yapılan. Pek de anlaşılacak bir tarafı yok. Zaten bu seslerin çoğu isyan, çığlık, gürültü, bir noktada tüketim toplumuna alınan bir tavır. Çatı 1972 ile başlayan daha sonra Karahan’ın Mors, Tonguç’un Tonguç&Gökalp Project’i ile başlayan, İstanbul ve Ankara’dan da dikkat çekmesiyle daha çok katılımın olduğu bir program ve ticari bir durum değil. Deneysel perşembeler iki sezondur programımızda. Çok keyfili gidiyor. Bu sezon yeni oluşturduğumuz, emprowize ve doğaçlama çalışan başka bir grubumuz, Ayanbeyan’ı iki haftada bir deneysel perşembelerle birlikte programa dahil etmeyi düşünüyoruz. Hafta sonları daha alternatif, daha bilindik müzikleri programa dahil etsekte, biz gruplarımızıda müziğimizide kendi içimizde üretmek istiyoruz. Ayanbeyan, kendi gruplarımızdan Dembedem, Herhalükarda ve Jazz 5′ın müzisyenlerinden oluşan bir ekip. Dinlemenizi tavsiye ederim.
B. Y. : Hayalci bir aktivistsiniz…En çok değişmesini istediğiniz şey nedir?
H. U. : Evet tabii ki hayallerimiz var. En çok değiştirmek istediğim şey sanat açısından şu. Sanatı salonlardan çıkartıp sokağı yansıtmak istiyoruz. Önemli olanın sanatçıların çok elit ya da akademilerde onlara ilk öğretilen şey olduğu üzere ayrıcalıklı olmalarının değil, başka birşey olduğunu anlamalarını sağlamak istiyoruz. Şu ana kadar hiç fotoğraf çekmemiş bir insanın bu sokaktan geçerken çok başarılı kareler ortaya çıkartamayacağını kimse söyleyemez. Kimse ayrıcalıklı değil ancak herkes ayrıcalıklı. Burada servisteki bir arkadaşımız çıkıp Akın Eldes ile, Türkiye’nin en önemli müzisyenlerinden biriyle gitar çalıyor. yada Pinhani geliyor burada müşteri iken çıkıp sahnede canları ne isterse onu çalıyorlar.
Sivil toplum kuruluşları, akademileri ve belediyeleri daha etken hale getirmek istiyoruz. Kültür sanat birimleri ile etkileşim halinde olmaya çalışıyoruz. Düş günleri diye bir etkinlik yaptık mesela. Bu etkinlikte tesadüfen Konak Belediyesi – Kültür Sanat Daire Başkanlığı bize mekan kullanımı, duyurular, v.s. için destek verebileceğini belirtti ancak işin sonu başkanımıza plaket verir misinize gelirse uzak duruyoruz. Hayır biz plaket vermek istemiyoruz. Tanımlanmak istemiyoruz. Bir şekilde etkileşimimiz sürüyor. Uygulama konusunda gücümüzün yetmeyeceği bazı projelerin hayatta karşılık bulduğunu görüyoruz -ki bu da sevindirici bir durum.
Ve söyleşimizi sonlandırırken :
H. U. : Boşlukları doldurmaya çalışıyoruz biraz. Burası bir kale. Yavaş yavaş dışarıdan gelen tepkilerle farketttik. Çok da fazla kendimizin farkında değildik. Bandista, Abarjazz, heykelde Mehmet Aksoy, v.s. sürekli birlikte çalıştığımız çok başarılı isimler. Ayrıca etkinliklere Cezayirden bir katılım olabiliyor, San Francisco’dan bir iş gelebiliyor. Londra, Fransa, Portekiz ve Atina’da iletişim kurduğumuz sanat grupları var. Bu iletişimlerden hayatta karşılıklarını bulan projeler var. Dışarıdan göze çarpan çok kurumsal bir duruşumuz olmasa da, kurumsal bir etkide bırakmaya başladığımızı, bir bakış açısı yarattığımızı farkediyoruz. Bizim açımızdan sevindirici bir durum. Biz sunumdansa içeriğin önemli olduğunu anlatmak istiyorduk. Aynası iştir kişinin diyoruz.
http://yesilgazete.org/2010/10/15/hayalbazda-neler-oluyor/
Hüseyin Uğur: Nefes almaktır Hayalbaz… Kelime anlamı Osmanlıca’dan geliyor. Hayal gerçekleştiricisi demek. Sahne sanatlarının günümüzdeki kadar gelişkin olmadığı o dönemlerde, Karagöz-Hacivat oynatıcılarından birine verilen isim. Kumarbaz anlamına da geliyor, Hayalbaz.
2003 yılında başlayan oluşma süreci tesadüflere dayanıyor aslında. Ben kamu araştırması yapıyorum. Bir yandan da kültür sanat faaliyetlerimiz var. İşlerimizi bırakalım, içinde kendimizin de olduğu, gerçekleştirmek istediğimiz kültür sanat faaliyetleri için düşündüklerimizi eyleme dökebileceğimiz bir de çatımız olsun diyorduk. Bir arkadaşımızın tez çalışması sırasında karşımıza çıkan bu kelimeyi alıp içini doldurmaya karar vererek Hayalbaz’ı kurduk ve giderek anlam kazanmaya başladı.
B. Y. : Nükleere Karşı Sanat, Barışa Rock, 1 Milyon Fidan Dikimi, v.s. gibi geniş bir yelpazede düzenlenen etkinlikleri desteklediğinizi, en azından duyurularını yaptığınızı görüyoruz. Bu etkinliklerin oluşum sürecinde de var mısınız? Yoksa bilgilendirerek dönüşüm aktivistliğimi yapıyorsunuz?
H. U. : Örgütlenme konusunda çok iyiyiz. Geniş ve hızlı yayılan bir duyuru ağımız var. Nükleere Karşı Rock ve benzerleri bizim öncülüğümüzde projeler. Ancak bir milyon fidan dikimi Ege Orman Vakfının yürüttüğü bir projeydi. Doğru olduğuna inandığımız için projeye bizde destek verdik. Asıl işimiz bu değil tabii ki. Olmasını istediğim şeyler olsa da, yapabileceğim şeyler belli. Ben çiçek bile yetiştiremiyorum mesela. Bir milyon fidan da ilgiyi oraya odaklama konusunda çalıştık. Ayrıca bağışlarımızla da destekledik.
B. Y. : Şebeke nedir? Kimlerden oluşur?Elebaşı
H. U. : Şebeke bir beyin fırtınası sırasında uygulamaya dönüşen işlerden. Biz hayata sessiz kalamıyoruz. Uyumsuz ve sorunlu çocuklardanız. Hayalbazın soluk borusu olma nedenlerinden biriside bu. Düşündüğümüz ve düşünmediğimiz halde spontan gelişen şeyler oldukça, yeni gelişmelerde oluyor. Biz burada bir yandan sanatla bifiil uğraşalım bir yandan da kahvemizi çayımızı içelim derken prosedür dayatmaları ile bir baktık ki dernek olmuşuz. Öte yandan gün oluyor pankart alıp sokağa çıkıyoruz küresel ısınma, ağaçlanma konularında özellikle birşeyler söylüyoruz. Dernek söylemleri ve diğer eylemler birbirine karıştırılmaya başlanıldığında, bürokrasi dolayısyla 24 defa kapatıldı Hayalbaz Sanat Derneği. Biz üslubumuzu sanattan yana kullanmayı ve bu şekilde bazı konularda sesimizi çıkartmayı seviyoruz. Ayrıca Hayalbaz ticari bir hamleyle ortaya çıkmamasına rağmen ticari bir yanımızda var -verdiğimiz servis dolayısıyla.Ve çok yoğun geçen zamanlarımız var. Bizimle sanatsal aktivitelerde bulunmak isteyenleri, üretmek isteyen arkadaşları bu ticari duruştan ayrı tutmak gerekliliğide. Şebeke çözüm yollarımızdan birisi oldu. Şu anda belirli sürelerle düzenli olarak çıkartıyoruz Şebeke fanzini.
B. Y. : Politik bir duruşunuz varmı?
H. U.: Aksine anti-politik bir duruşumuz var.
B. Y. : Genç aktivistlerden oluşan bir işletme, personel ve müşteri portföyünüz var. Bilinçli bir alt kültür oluşumundan bahsetmek mümkünmüdür Hayalbazda?
H. U. : Evet olabilir. Süreç içerisinde yaptığımız işler, bizimle takılanlar ve ortaya çıkanlar doğrultusunda evet, burada kollektif bir oluşum var. Sadece bazılarımızın daha önemli işleri var. Doğru bildiğimiz şeyleri samimi ifade etmeye çalışıyoruz. Aldığımız belli bir kültür var zaman zaman kendi kültürümüzle çakışan noktalarımızda var. Burada oluşan altkültür bu açıdan değerlendirdiğimizde spontane gelişmiş bir durum. Çıkardığımız fanzinler, yaptığımız müzikler, çizdiğimiz resimler böyle bir kültürün oluşmasını sağladı.
B. Y. : Kendinizi dönüşümsel aktivistler olarak tanımlayabilir misiniz?
H U. : Tanımlamak istemiyoruz. Her türlü tanımdan uzak olmak istiyoruz. Bu hayalbaz kafası işte..
B. Y. : Yeni nesil bir altkültür buluşma noktası olarak yönlendirme ve eğitim konularında nasıl bir duruşunuz var?
. U. : Üzerimize misyon biçilmesini pek istemiyorduk ancak böylede bir durum kendiliğinden oluştu. Burada servis elemanı olarak ekibimize katılan bir arkadaş profesyonel bir müzisyen olarak kapıdan dışarı çıkabiliyor. “Gün ışığıyla ilk buluşma” ile mesela henüz hiç kendini ifade edememiş insanları bir araya topladık. Biz sanatta salon kültürüne karşı duruşu olan kişileriz. Zaman içerisinde Hayalbaz’dan fotoğrafçı da, sinemacı da, yazan çizenlerde çıktı. Hatta bizim çetenin elebaşlarından birisi, yılbaşında eğlenmek için buraya gelen, es kaza burada grafiker olmaya karar veren, şu anda işlerine İstanbul’dan devam eden aynı zamanda bizim de sanat prodüktörümüz olan eski bir müşterimiz.(Lakabı bizde saklı)
B. Y. : Buraya gelenleri, ekibe, aktivitelere katılmak isteyenleri seçmek gibi bir çizginiz var mı ?
H. U. : Biz kimseyi seçmiyoruz. İnsanlar bizi seçiyor. Buraya gelen müşterileri geri çevirmek gibi bir tutumumuz yok. Herkese kapımız açık. Karşılıklı ilişkilerin absürd noktalara varmasını istemiyoruz. Sadece bu konuda tek çizgimiz bu. Personel seçerken çok donanımlı, v.s.’ye bakmıyoruz. Profesyonelden daha ziyade samimi iyi niyetli genç arkadaşlarla hatta amatör bir ruhla burada birlikte yoğrulmak en sevdiğimiz.
B. Y. : Bay perşembe kimdir? Gerçek midir?
H. U. : Şebeke’nin merkez komite üyelerinden birisidir. Şu anda Kadıköy semalarında olmalı. Karga ya da 6:45′ de olur. Bazı perşembelerde buralarda görüldüğü rivayeti de var. (Hüseyin Uğur; unutmayın bütün kahramanlar gerçektir diyerek gülümsüyor.)
B. Y. : Ağırladığınız profesyoneller. Birlikte çalışmalardan bahsedebilir misiniz?
H. U. : Küçük İskender, Bandista, Abarjazz, v.s., dinlediğimiz sevdiğimiz ortak paydalarımız olan arkadaşlar. Bir projeleri olduğunda bir iletişim trafiği ile yapılması düşünülen projeye birlikte göz atıyoruz. Karşılıklı herşey uygunsa program gün ve detaylarına karar veriyoruz. İstanbul’dan Karşı Sanat, Hafriyat Karaköy, Kadıköy tayfasından Karga, 6:45… gibi topluluklarla içerikleri doldurma ve yeni insanlarla buluşturma noktasında etkin bir rolümüz var. Ekibi full kadro bir arada görmesenizde, ürünlerde Hayalbaz ekibinin ve bu sürreel üretim durumunun yansımalarını görebilirsiniz.
B. Y. : Deneysel perşembe nedir peki? Fikir babası Bay Perşembe midir? Neler yapılır?
H. U. : Yok o bir gönderme. Deneysel perşembeler özellikle Abarjazz grubundan Karahan’ın oldukça emeği geçen, çok profesyonel bir çalışmadır. Burada sohbet ederken müzikal olarak kendimizi ifade edemediğimize, yetişmiş müzisyenler olsada farklı sesleri dışarıya yansıtamadığımıza karar verdik. Karahan profesyonel bir müzisyen olarak bu noktada deneysel perşembeler gibi birşey çıkarttı ortaya. İlk başlarda pek algılanmadı. Deli müziği çünkü yapılan. Pek de anlaşılacak bir tarafı yok. Zaten bu seslerin çoğu isyan, çığlık, gürültü, bir noktada tüketim toplumuna alınan bir tavır. Çatı 1972 ile başlayan daha sonra Karahan’ın Mors, Tonguç’un Tonguç&Gökalp Project’i ile başlayan, İstanbul ve Ankara’dan da dikkat çekmesiyle daha çok katılımın olduğu bir program ve ticari bir durum değil. Deneysel perşembeler iki sezondur programımızda. Çok keyfili gidiyor. Bu sezon yeni oluşturduğumuz, emprowize ve doğaçlama çalışan başka bir grubumuz, Ayanbeyan’ı iki haftada bir deneysel perşembelerle birlikte programa dahil etmeyi düşünüyoruz. Hafta sonları daha alternatif, daha bilindik müzikleri programa dahil etsekte, biz gruplarımızıda müziğimizide kendi içimizde üretmek istiyoruz. Ayanbeyan, kendi gruplarımızdan Dembedem, Herhalükarda ve Jazz 5′ın müzisyenlerinden oluşan bir ekip. Dinlemenizi tavsiye ederim.
B. Y. : Hayalci bir aktivistsiniz…En çok değişmesini istediğiniz şey nedir?
H. U. : Evet tabii ki hayallerimiz var. En çok değiştirmek istediğim şey sanat açısından şu. Sanatı salonlardan çıkartıp sokağı yansıtmak istiyoruz. Önemli olanın sanatçıların çok elit ya da akademilerde onlara ilk öğretilen şey olduğu üzere ayrıcalıklı olmalarının değil, başka birşey olduğunu anlamalarını sağlamak istiyoruz. Şu ana kadar hiç fotoğraf çekmemiş bir insanın bu sokaktan geçerken çok başarılı kareler ortaya çıkartamayacağını kimse söyleyemez. Kimse ayrıcalıklı değil ancak herkes ayrıcalıklı. Burada servisteki bir arkadaşımız çıkıp Akın Eldes ile, Türkiye’nin en önemli müzisyenlerinden biriyle gitar çalıyor. yada Pinhani geliyor burada müşteri iken çıkıp sahnede canları ne isterse onu çalıyorlar.
Sivil toplum kuruluşları, akademileri ve belediyeleri daha etken hale getirmek istiyoruz. Kültür sanat birimleri ile etkileşim halinde olmaya çalışıyoruz. Düş günleri diye bir etkinlik yaptık mesela. Bu etkinlikte tesadüfen Konak Belediyesi – Kültür Sanat Daire Başkanlığı bize mekan kullanımı, duyurular, v.s. için destek verebileceğini belirtti ancak işin sonu başkanımıza plaket verir misinize gelirse uzak duruyoruz. Hayır biz plaket vermek istemiyoruz. Tanımlanmak istemiyoruz. Bir şekilde etkileşimimiz sürüyor. Uygulama konusunda gücümüzün yetmeyeceği bazı projelerin hayatta karşılık bulduğunu görüyoruz -ki bu da sevindirici bir durum.
Ve söyleşimizi sonlandırırken :
H. U. : Boşlukları doldurmaya çalışıyoruz biraz. Burası bir kale. Yavaş yavaş dışarıdan gelen tepkilerle farketttik. Çok da fazla kendimizin farkında değildik. Bandista, Abarjazz, heykelde Mehmet Aksoy, v.s. sürekli birlikte çalıştığımız çok başarılı isimler. Ayrıca etkinliklere Cezayirden bir katılım olabiliyor, San Francisco’dan bir iş gelebiliyor. Londra, Fransa, Portekiz ve Atina’da iletişim kurduğumuz sanat grupları var. Bu iletişimlerden hayatta karşılıklarını bulan projeler var. Dışarıdan göze çarpan çok kurumsal bir duruşumuz olmasa da, kurumsal bir etkide bırakmaya başladığımızı, bir bakış açısı yarattığımızı farkediyoruz. Bizim açımızdan sevindirici bir durum. Biz sunumdansa içeriğin önemli olduğunu anlatmak istiyorduk. Aynası iştir kişinin diyoruz.
http://yesilgazete.org/2010/10/15/hayalbazda-neler-oluyor/
4 Ağustos 2010 Çarşamba
4 Temmuz 2010 Pazar
şebeke 3 eskişehir dağıtım noktaları
insancıl kitabevi
ada müzik
varuna cafe del mundo
varuna los amigos
tripub
sokak cafe/bar
ada müzik
varuna cafe del mundo
varuna los amigos
tripub
sokak cafe/bar
2 Temmuz 2010 Cuma
22 Mayıs 2010 Cumartesi
ÇAĞDAŞ SANAT MANİFESTOLARI-action
"Porno-politik kavramından Sitüasyonist Enternasyonel'e, yeni şiirden sokak sanatına; lirizmle, sürrealizmle bezenmiş, bir emeğin 20 yıllık süzülmüş hali.
Sanatın varolan akademik tanımlamalarının çıtırtılarını duyacaksınız."
Rafet Arslan'ın Çağdaş Sanat Manifestoları isimli 6.45 yayınlarından çıkan kitabının tanıtım partisi.
Program
Seni Görmem İmkansız(Konser)
216 Steppaz
Can Gox (Blues Performans)
ve süpriz etkinlikler
Çağdaş Sanat Manifestoları Tanıtım Partisi
28 Mayıs Cuma
Barista Live
İmam Adnan sk. N:8 k:2-Taksim
(yeşilçam sineması üstü)
Kapı Açılış :20:30
Giriş Ücretsizdir.
Not: Ahtapot kucaklaşmaları ve Mars Kurtuluş Kolonisi adına!!!
blog:
http://cagdassanatmanifest.blogspot.com/
idefix sipariş:
http://www.idefix.com/kitap/cagdas-sanat-manifestolari-rafet-arslan/tanim.asp?sid=OZ2101I8YS7SS7PLYUTT
facebook:
http://www.facebook.com/?sk=messages#!/event.php?eid=115361401838988
13 Mayıs 2010 Perşembe
Şebeke 3 İçerik
Kapak: Onston
Prefrontal-Lobotomi: Hayat Kendini Fesh Etsin
Gözde Genç: Burroughs nam-ı diğer Lee
Rafet Arslan: Mülteci/Alkolün O Uzak Ülkesine
Aras Keser: KüçükPark’te 1 Sasani
Alper T. İnce:Tahrik
Zozan Gemilerördü: Birinci Etap Dördüncü Durak
Emre Fidancı: Fırlatat
Fantom: Koz/Dipkesik
Cansu Hepçağlayan: Uyuma
Ali Kartal: Kaptan Marku Nasıl Öldü?
A.Emre Cengiz: Kurusıkı Dualar
Onur Akyıl: Mırragedya
Öykü tk: Kah
Burak Y. Tunçlar: Haliyet-i Ruhiye
Görseller: Aktif Kolektif, İmagiro, Lakormis, Rad, Umut Demirkazık, Wide, Cins, Özgür Öztürk, Edok, Pelin Kılıç
Ustalar Saygı: Helmut Newton
Sergi: Tahrik Raporu, 3 Lokma
Milenyum Kadıköy Sound: DDR, Seni Görmem İmkansız, 216 Steppaz, Blues Mobil
Not 1:
Şebeke 3, ilk kez 14 Mayıs-Cuma günü tahrik Raporu sergi açılışında dağıtılacaktır.
İzmir, İstanbul, Eskişehir ve Ankara’da bulabileceğiniz noktaları bir hafta içinde duyurmuş olucaz…
Not 2:
Şebeke’nin ilk 2 sayısını bu adresten indirebilir ve gelişmeleri takip edebilirsiniz
Prefrontal-Lobotomi: Hayat Kendini Fesh Etsin
Gözde Genç: Burroughs nam-ı diğer Lee
Rafet Arslan: Mülteci/Alkolün O Uzak Ülkesine
Aras Keser: KüçükPark’te 1 Sasani
Alper T. İnce:Tahrik
Zozan Gemilerördü: Birinci Etap Dördüncü Durak
Emre Fidancı: Fırlatat
Fantom: Koz/Dipkesik
Cansu Hepçağlayan: Uyuma
Ali Kartal: Kaptan Marku Nasıl Öldü?
A.Emre Cengiz: Kurusıkı Dualar
Onur Akyıl: Mırragedya
Öykü tk: Kah
Burak Y. Tunçlar: Haliyet-i Ruhiye
Görseller: Aktif Kolektif, İmagiro, Lakormis, Rad, Umut Demirkazık, Wide, Cins, Özgür Öztürk, Edok, Pelin Kılıç
Ustalar Saygı: Helmut Newton
Sergi: Tahrik Raporu, 3 Lokma
Milenyum Kadıköy Sound: DDR, Seni Görmem İmkansız, 216 Steppaz, Blues Mobil
Not 1:
Şebeke 3, ilk kez 14 Mayıs-Cuma günü tahrik Raporu sergi açılışında dağıtılacaktır.
İzmir, İstanbul, Eskişehir ve Ankara’da bulabileceğiniz noktaları bir hafta içinde duyurmuş olucaz…
Not 2:
Şebeke’nin ilk 2 sayısını bu adresten indirebilir ve gelişmeleri takip edebilirsiniz
9 Mayıs 2010 Pazar
Tahrik Raporu(eylem takvimi)
Tahrik Raporlama Listesi
alper ince
bay perşembe
bora akıncıtürk
bora şimşek
canavar
can tan
cins
defter kazıyıcılar kooperatifi
emr3
fantom
imagiro
lakormis
onston
özgür öztürk
plastikoda
prefrontal lobotomi
rad
sedat türkantoz
wide
zozan gemilerördü
bay perşembe
bora akıncıtürk
bora şimşek
canavar
can tan
cins
defter kazıyıcılar kooperatifi
emr3
fantom
imagiro
lakormis
onston
özgür öztürk
plastikoda
prefrontal lobotomi
rad
sedat türkantoz
wide
zozan gemilerördü
4 Mayıs 2010 Salı
Mayıs 2010 action: Tahrik Raporu, Şebeke 3....
Şebeke, Mayıs ayında Kadıköy Gram'da Tahrik Raporu adlı sergi-performans-gösterimlerle şeklillenecek bir dizi eylem hazırlamaktadır.
Şebeke'nin 3. nüshası bu etkinliklere paralel dolaşıma girmiş olacak.
Tahrik Raporu gelişmeleri şu adresten deizlenebilir:
http://tahrikraporu.blogspot.com/
Şebeke'nin 3. nüshası bu etkinliklere paralel dolaşıma girmiş olacak.
Tahrik Raporu gelişmeleri şu adresten deizlenebilir:
http://tahrikraporu.blogspot.com/
10 Nisan 2010 Cumartesi
11 Ocak 2010 Pazartesi
Şebeke Action: Ofsayt Korkusu
Ofsayt Korkusu
karma/güncel sanat sergisi
düzenleyen: Hayalbaz Sanat
koordinasyon: Süleyman Zafer Handan/ bay perşembe
Katılımcılar:
CİNS
ONSTON
Gökçe Sümerkan
Zeynep Özkazanç
Şenol Erdoğan
Gamze Özer
Erman Akçay
Sedat Türkantöz
Burak Cirik
Nezaket Tekin
Elif Yıldız
Suzan Orhan
Michele
Özgür Öztürk
Hande Kuşuoğlu
Konsept:
Güncel sanat dünyası uzun zamandır, sürekli başarıya oynayan, bir çeşit star sistemine döndü.
Başarı için her yol mubah bu arenanın içine dahil olmak istemeyen emekleri öne çıkartmak gerek.
Ofsayt Korkusu, gole gitmeyi değil güzel top oynamayı temel alan, ofsayda düşmekten çekinmeyen bir takım kuruyor. Neticeye değil oyun keyfine, izleyici hazzına oynuyor. Güzel bir oyun ortaya koymak ya da arıza kaydı olmak için.
Amokachi'yi ilerde yalnız bırakmama çabası olarak!
Genel Bilgi:
Ofsayt Korkusu, çeşitli teknikler ile üretilmiş yaratıcı ve avand garde işleri yan yana getiriyor.
Fotoğraf,kolaj, resim bu keyifli takım oyununda yan yana geliyor.
Sergiye istanbul’dan katılan sanatçılar (Gamze Özer, Cins, Onston, Sedat Türkantöz, Gökçe Sümerkan, Erman Akçay, Şenol Erdoğan, Zeynep Özkazanç) son yıllarda Hafriyat, KargArt, BM Suma, Tershane, daralan gibi önemli mekanlarda, ses getirmiş sergilerde yer almış genç yetenekler. Elif Yıldız sergiye Ankara'dan katılıyor ve İstanbul'dan katılan Michele gibi ilk sergisi. Başarılı kavramsal sergilere imza atmış, fotoğraf sanatçıları Nezaket Tekin, Burak Cirik, Hande Kuşuoğlu ve Suzan Orhan ise serginin İzmir'den katılımcıları.
Tarih:
16/31 Ocak 2010
açılış:
16 Ocak Cumartesi, saat: 19:30
Yer:
Hayalbaz
Adres: 1448 Sok. Hayat Sokağı
Kıbrıs Şehitleri / Alsancak İZMİR
iletişim:
hayalbazekibi@gmail.com
karma/güncel sanat sergisi
düzenleyen: Hayalbaz Sanat
koordinasyon: Süleyman Zafer Handan/ bay perşembe
Katılımcılar:
CİNS
ONSTON
Gökçe Sümerkan
Zeynep Özkazanç
Şenol Erdoğan
Gamze Özer
Erman Akçay
Sedat Türkantöz
Burak Cirik
Nezaket Tekin
Elif Yıldız
Suzan Orhan
Michele
Özgür Öztürk
Hande Kuşuoğlu
Konsept:
Güncel sanat dünyası uzun zamandır, sürekli başarıya oynayan, bir çeşit star sistemine döndü.
Başarı için her yol mubah bu arenanın içine dahil olmak istemeyen emekleri öne çıkartmak gerek.
Ofsayt Korkusu, gole gitmeyi değil güzel top oynamayı temel alan, ofsayda düşmekten çekinmeyen bir takım kuruyor. Neticeye değil oyun keyfine, izleyici hazzına oynuyor. Güzel bir oyun ortaya koymak ya da arıza kaydı olmak için.
Amokachi'yi ilerde yalnız bırakmama çabası olarak!
Genel Bilgi:
Ofsayt Korkusu, çeşitli teknikler ile üretilmiş yaratıcı ve avand garde işleri yan yana getiriyor.
Fotoğraf,kolaj, resim bu keyifli takım oyununda yan yana geliyor.
Sergiye istanbul’dan katılan sanatçılar (Gamze Özer, Cins, Onston, Sedat Türkantöz, Gökçe Sümerkan, Erman Akçay, Şenol Erdoğan, Zeynep Özkazanç) son yıllarda Hafriyat, KargArt, BM Suma, Tershane, daralan gibi önemli mekanlarda, ses getirmiş sergilerde yer almış genç yetenekler. Elif Yıldız sergiye Ankara'dan katılıyor ve İstanbul'dan katılan Michele gibi ilk sergisi. Başarılı kavramsal sergilere imza atmış, fotoğraf sanatçıları Nezaket Tekin, Burak Cirik, Hande Kuşuoğlu ve Suzan Orhan ise serginin İzmir'den katılımcıları.
Tarih:
16/31 Ocak 2010
açılış:
16 Ocak Cumartesi, saat: 19:30
Yer:
Hayalbaz
Adres: 1448 Sok. Hayat Sokağı
Kıbrıs Şehitleri / Alsancak İZMİR
iletişim:
hayalbazekibi@gmail.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)