22 Aralık 2010 Çarşamba

Talihsizlik Bir IRK’ tır

Günlerdir yoldayız. Günlerdir. St.Petersburg’dan iki askerle beraber Moskova’ya geçiyoruz. Ellerinde iki uzun namlulu tüfek. İsimlerini bilmiyorum, beklide duymuş olabilirim ama konuştuklarını hatırlamıyorum. Aslında bu soğukta yavaş yavaş kanımın damarlarımda donduğunu hissettiğim için kendi adımı bile hatırlamak konusunda güçlük çekiyorum. Unutamayacağım şeyler var elbet. İçeriye nasıl düştüğüm konusu mesela. Sovyetler birliği beni Hitler’in ajanı sanıyor. İyi bir Almancam var ve dili iyi bir Alman aksanıyla konuşuyorum. Ajanlığı, bir Alman olsaydım düşünürdüm aslında ama bir Rus olduğum için bütün bunlar şuan donmakta olan kanıma dokunuyor. Gittiğim bir Moskova köyünde beni, telefon görüşmeleri sırasında; savaş hakkında bilgi almak için birkaç arkadaşımla Almanca konuşurken görüp ihbar ettiklerini düşünüyorum. Kim bu arkadaşlar, sadece gazeteciler. İnanın benim kadar masumlar. Gazeteci ve yazarım, tarafsızım, bu normaldir. Hem buna sebebiyet veren şeyi yani eğitimimi onlar sağlamadılar mı? Aynı zamanda İngilizce, Fransızca ve İspanyolca da konuşabilirim ama onlar bunu dikkate almadılar. Beni neden Moskova’ya götürdüklerini aslında az buçuk tahmin ediyorum. Sorgu, işkence, yıldırma ve savaş sona erdi. Geriye son bir iş kaldı; idam!. Tanrıya olan inancımı hiç kaybetmedim. İşkence görürken sanırım tek sığındığım şey göğüs kafesimde taşıdığım inançtı. Tam altı yıldır hapishanedeydim, 1940’da girdim.

Yoldayız, günlerdir yoldayız. Tek kelime bile konuşmuyoruz. Günde on saatten fazla kar üzerinde yürüyoruz. Hayatta kalmamız mucize. Aslında neden bir trenle gitmediğimizi sormak istedim ama bunu onlar zaten düşünmüş olmalılardı. Beni ölüme götürürlerken neden ellerinden kurtulmak için kaçmayı denemiyorum ki? Neden hiç konuşmuyorlar? Beni Hitler’in ajanı sandılar, beni ajan sandılar, bir faşist, Alman yanlısı Hitler ajanı! Bu kulağa delice geliyor. Ama artık sorgulamama gerek yok. Tanrıya inanıyorum. Evet, altı yıldır yanımdaydı. 1940 girdim-1946 da çıktım. Savaş sona erdi. Beni idam için Moskova’ya götürüyorlar…

*

Yürüyoruz, günlerdir yoldayız. Sekiz saat oldu artık dermanım kalmadı.
“Hey, şimdi…şimdi düşüp gebereceğim. Lütfen biraz dinlenebilir miyiz, komutanlarınız beni ipte sallanırken görmek isterler eminim, bunun için bir merasim bile hazırlamışlardır ha? “ Birbirlerine baktılar ve bu isteğimi onayladılar. Bunlar dillerini yutmuş olmalılar. Günlerdir beraberiz ama ağızlarından tek kelime duymadım. Bazen dinlenmek için durduğumda silahın dipçiği ile vurup itekliyorlar. Acaba asker olmasalardı ne iş yaparlardı. Siyasetçi, politikacı, yazar, tezgahtar. Hayır, hayır onlar için bu iş biçilmiş kaftan. Biraz konuşsalardı hani iteklerken küfür etselerdi en azından kulaklarım insan sesine kavuşacaktı. Altı yıldır kimseyle konuşmamak kolay mı? Eminim yerimde kim olsa delirmemek için kendine mukayyet olmakta zorlanırdı. Sessiz sedasız altı yıl, 40’da girdim, şimdi Moskova’ya gidiyorum, idama, beni Hitler ajanı olmakla suçladılar. Hala inançlıyım!

Yatıyor olmamızdan hiç bu kadar zevk almamıştım. Hayatımda her şey orantısız buna emin olabilirsiniz. On yıla yakın yattım ve düşünmek için çok zamanım oldu ama şimdi günlerdir yürüyoruz. Yürüyoruz. Yürüyoruz. Yürüyoruz.Yıllarca sürecekmiş gibi. O sırada yürüdüğümüz güzergâhın tam batısından birileri gözüktü. Kim olduklarını tamamen seçmemiz on ya da on-beş dakikamızı aldı. Yaşlı bir kadın, bir asker ve birde Sibirya kurdu. Bizim kadar yürüdüklerinden eminim ama yaşlı kadın nasıl oluyor da buna kanatlanıyor inanmakta zorlandım. Kadında bir tutsak. Hepimiz bir ağacın altına sığındık. Gece hayli geç olmalı, saatler hakkındaki durumumu tahmin etmiş olmalısınız. Zaman kavramı sabit bir süreç gibi. Ne uzun ne kısa. Sibirya kurdu, kadının tam başucuna oturdu. Böyle sabaha kadar bekleyeceği aşikar. Nasıl böyle itaatkâr olabiliyorlar, yani beni götüren askerlerden biri nöbet tutarken düşünüyorum da, bunca yoldan sonra hala görevini yerine getiriyor. Adamlar yorulmak nedir bilmiyor. Ben yorgunluk yüzünden hayıflanmasam onların dinlenmek akıllarının ucundan geçmeyecek. Beklide tek seferde hiç durmadan dünyayı dolaşabilirler. Bunca yoldan sonra sanki dünyanın etrafından iki tur atmış gibi hissediyorum. İşin en güzel yanı yol boyunca ufka bakıyor olmak. Altı yıldır içerdeyim ve tek gördüğüm duvar…. 46 da çıktım.. İdama gidiyorum. Moskova’ya. St.Petersburg’dan. Sessizler. Konuşmuyorlar. Yazardım. Ajanlıkla suçladılar.

*

Ne olduğunu tam hatırlamıyorum ufka bakmış, yavaş yavaş yorgunluk göz kapaklarımın direncini azaltırken güzel bir şarkı duydum. Nerden geldiği umurumda da değildi hani.

Çok derin uyumuş olmalıyım ki askerlerin öldüğünü bile fark edememişim. Kadın başımda dikilmiş öylece bana bakıyordu. Uyanmamı bekliyor olması ihtimal yada beni de öldürmek için hazırlanıyordu. Ve birden o sert Almancasıyla ;“hadi kalk acele etmemiz gerek” dedi. Bu sabah için bunca şey fazla değil mi? Yani onca sıradan günden sonra hayatın hiçte yavaş olmadığını unutmaya başlamışım.” Hey! askerlere ne oldu? Köpek nerde?” Kadının benimle uğraşmanın bir zaman kaybı olacağını düşündüğü, koşarak kaçmasından anlaşılıyor ama nasıl olurda bu yaşta bu kadar çevik olabiliyor. Yirmi yaşındaki bir delikanlıyla yarışabilecek seviyede.
Geride kaldım, yattığım yerde. Artık kendi, yolumu çizmeliyim. İlk işim Amerika’ya kaçmak olacak. Hem böylesi karım ve çocuklarım için en iyisi. İyi bir komünist değilim zaten. İnançlarım var. Çocuklarımın Tanrının varlığından haberdar olmalarını istiyorum. Hem orda kendi yayınevimi bile kurabilirim.

Biraz daha uyumamın kimseye zararı dokunmaz herhalde. Hem kimseciklerde yok.

Ağacın dibinde yığılmış, uykuya yavaşça dalarken bir tank sesi duydum. Kaçmaya başlamak, yapılabilecek en iyi işti ve koştum, koştum, koştum… ama nafile, gelenler Alman tanklarıydı. Savaş bitmemiş miydi? Onların burada ne işi var? Ben içerdeyken ne oldu böyle? Yoksa bana verilen bilgilerin hepsi yanlış mıydı? Her şey bir yana artık Almanların ellerinde bir Rus tutsağıydım!


*

Ne olduğu konusunda tek bir fikrim bile yok. Kavrayabildiğim, SS-subaylarının başımda dolanması. Bazılarında beyaz önlükler var. Duvarı kaplayan gama haçlarıyla alman bayrakları ve Hitler fotoğrafı. SS subaylarının arasında bir adam var ki onun Hitler olma gerçeği beni korkutuyor. Onun ölmüş olması gerekmiyor mu? Hayır, hayır. Bunana inanamam.

Bir sedyedeyim. Lütfen bir Rus ajanı olduğumu sanmasınlar. Vücuduma hükmetmekte zorlanıyorum. Felç mi oldum? Bu korkutucu. Hayır, hayır uyuşturucu vermiş olmalılar. Doktorlardan biri yavaşça bana doğru eğilip, gözlerime ışık tutarak, bilincimin yerinde olup olmadığına emin olmak için, büyük bir ciddiyetle baktı. “Bilincim yerinde ama bilincin, bedenimi eyleme geçirecek gücü yok doktor bey.”

Sonra göğüs kafesimden içeri neşterler, şırıngalar, hortumlar, pamuklu makaslar sokup çıkarmaya başladılar. “Ne yani şuan ameliyatta mıyız?” SS subaylarının ilgisi tamamen şuan olan şeylere kitlenmiş vaziyette. Göğüs kafesimden kalbimi çıkardıklarını gördüğümde, buz parçalarından firar eden damlaların, soğuk soğuk başımdan aktığını hissediyorum.
SS subayları pür dikkat. Fısıltılar. Ve küçük bir dinamoya benzeyen metal yığınını getiriyorlar. Doktor yavaşça eğilip; “Yeni kalbine ‘Merhaba’ de bakalım” diyerek fısıldıyor.
O metal kutuyu göğüs kafesimden içeri, kalbimin yerine monta etti. Bir araba parçası nasıl değiştiriliyorsa, öyle!

“Merhaba, yeni Alman icadı kalbim. Artık bir faşist olabilirim değil mi doktor bey?”

SS subayları çalışan yeni kalbimi görünce alkış tuttular. Evet böylesi bir operasyondan sonra bu tebriki hak ediyor doğrusu. “Bende alkışlamak isterdim doktor bey ama biliyorsunuz işte eylemsizlik… “

Doktor alkışların bitmesinden sonra piposunu yakarak konuşmaya başladı.

“Bu Alman biliminin çığır açan operasyonundaki ilk adımıdır beyler. Alman ulusunun yüceliği karşısında her millet şaşkınlıkla boyun eğecek. Ve kaybedilmiş sanılan bir savaşın enkazı altından yepyeni bir bendenle, tekrar topraklarımız üzerinde yüce milletimizin ve önderimiz Hitlerin adaleti sürecektir. Bu, yeni icat ettiğim yapay kalplerle milletimiz artık daha uzun ömürlü olacaktır. Daha öncede dediğim gibi bu bir başlangıç! Öyleyse asıl önemli olana gelelim. Neden bizim çocuklarımız cephede savaşıp hayatlarını sonlandırsınlar. (hemşirelere bir el hareketi yapıyor ve tekerlekli bir masanın üzerinde bir kutu getiriyorlar.) Bu görmüş olduğunuz mucizevi icat yapay bir beyindir. Ve istediğimiz bilgileri, inançları yükleyip, istediğimiz bir insanınkiyle yer değiştirerek onu kontrol altında tutabiliriz. Yani demek istediğim, itaatkar, ölmeye hazır, askerler yaratabiliriz.”

Birkaç saniye sessizlik. …

“HEİL HİTLER! ”

Ajan olarak ölmeyi yeğlerdim…

Semih Yıldız

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder