28 Aralık 2010 Salı

22 Aralık 2010 Çarşamba

Talihsizlik Bir IRK’ tır

Günlerdir yoldayız. Günlerdir. St.Petersburg’dan iki askerle beraber Moskova’ya geçiyoruz. Ellerinde iki uzun namlulu tüfek. İsimlerini bilmiyorum, beklide duymuş olabilirim ama konuştuklarını hatırlamıyorum. Aslında bu soğukta yavaş yavaş kanımın damarlarımda donduğunu hissettiğim için kendi adımı bile hatırlamak konusunda güçlük çekiyorum. Unutamayacağım şeyler var elbet. İçeriye nasıl düştüğüm konusu mesela. Sovyetler birliği beni Hitler’in ajanı sanıyor. İyi bir Almancam var ve dili iyi bir Alman aksanıyla konuşuyorum. Ajanlığı, bir Alman olsaydım düşünürdüm aslında ama bir Rus olduğum için bütün bunlar şuan donmakta olan kanıma dokunuyor. Gittiğim bir Moskova köyünde beni, telefon görüşmeleri sırasında; savaş hakkında bilgi almak için birkaç arkadaşımla Almanca konuşurken görüp ihbar ettiklerini düşünüyorum. Kim bu arkadaşlar, sadece gazeteciler. İnanın benim kadar masumlar. Gazeteci ve yazarım, tarafsızım, bu normaldir. Hem buna sebebiyet veren şeyi yani eğitimimi onlar sağlamadılar mı? Aynı zamanda İngilizce, Fransızca ve İspanyolca da konuşabilirim ama onlar bunu dikkate almadılar. Beni neden Moskova’ya götürdüklerini aslında az buçuk tahmin ediyorum. Sorgu, işkence, yıldırma ve savaş sona erdi. Geriye son bir iş kaldı; idam!. Tanrıya olan inancımı hiç kaybetmedim. İşkence görürken sanırım tek sığındığım şey göğüs kafesimde taşıdığım inançtı. Tam altı yıldır hapishanedeydim, 1940’da girdim.

Yoldayız, günlerdir yoldayız. Tek kelime bile konuşmuyoruz. Günde on saatten fazla kar üzerinde yürüyoruz. Hayatta kalmamız mucize. Aslında neden bir trenle gitmediğimizi sormak istedim ama bunu onlar zaten düşünmüş olmalılardı. Beni ölüme götürürlerken neden ellerinden kurtulmak için kaçmayı denemiyorum ki? Neden hiç konuşmuyorlar? Beni Hitler’in ajanı sandılar, beni ajan sandılar, bir faşist, Alman yanlısı Hitler ajanı! Bu kulağa delice geliyor. Ama artık sorgulamama gerek yok. Tanrıya inanıyorum. Evet, altı yıldır yanımdaydı. 1940 girdim-1946 da çıktım. Savaş sona erdi. Beni idam için Moskova’ya götürüyorlar…

*

Yürüyoruz, günlerdir yoldayız. Sekiz saat oldu artık dermanım kalmadı.
“Hey, şimdi…şimdi düşüp gebereceğim. Lütfen biraz dinlenebilir miyiz, komutanlarınız beni ipte sallanırken görmek isterler eminim, bunun için bir merasim bile hazırlamışlardır ha? “ Birbirlerine baktılar ve bu isteğimi onayladılar. Bunlar dillerini yutmuş olmalılar. Günlerdir beraberiz ama ağızlarından tek kelime duymadım. Bazen dinlenmek için durduğumda silahın dipçiği ile vurup itekliyorlar. Acaba asker olmasalardı ne iş yaparlardı. Siyasetçi, politikacı, yazar, tezgahtar. Hayır, hayır onlar için bu iş biçilmiş kaftan. Biraz konuşsalardı hani iteklerken küfür etselerdi en azından kulaklarım insan sesine kavuşacaktı. Altı yıldır kimseyle konuşmamak kolay mı? Eminim yerimde kim olsa delirmemek için kendine mukayyet olmakta zorlanırdı. Sessiz sedasız altı yıl, 40’da girdim, şimdi Moskova’ya gidiyorum, idama, beni Hitler ajanı olmakla suçladılar. Hala inançlıyım!

Yatıyor olmamızdan hiç bu kadar zevk almamıştım. Hayatımda her şey orantısız buna emin olabilirsiniz. On yıla yakın yattım ve düşünmek için çok zamanım oldu ama şimdi günlerdir yürüyoruz. Yürüyoruz. Yürüyoruz. Yürüyoruz.Yıllarca sürecekmiş gibi. O sırada yürüdüğümüz güzergâhın tam batısından birileri gözüktü. Kim olduklarını tamamen seçmemiz on ya da on-beş dakikamızı aldı. Yaşlı bir kadın, bir asker ve birde Sibirya kurdu. Bizim kadar yürüdüklerinden eminim ama yaşlı kadın nasıl oluyor da buna kanatlanıyor inanmakta zorlandım. Kadında bir tutsak. Hepimiz bir ağacın altına sığındık. Gece hayli geç olmalı, saatler hakkındaki durumumu tahmin etmiş olmalısınız. Zaman kavramı sabit bir süreç gibi. Ne uzun ne kısa. Sibirya kurdu, kadının tam başucuna oturdu. Böyle sabaha kadar bekleyeceği aşikar. Nasıl böyle itaatkâr olabiliyorlar, yani beni götüren askerlerden biri nöbet tutarken düşünüyorum da, bunca yoldan sonra hala görevini yerine getiriyor. Adamlar yorulmak nedir bilmiyor. Ben yorgunluk yüzünden hayıflanmasam onların dinlenmek akıllarının ucundan geçmeyecek. Beklide tek seferde hiç durmadan dünyayı dolaşabilirler. Bunca yoldan sonra sanki dünyanın etrafından iki tur atmış gibi hissediyorum. İşin en güzel yanı yol boyunca ufka bakıyor olmak. Altı yıldır içerdeyim ve tek gördüğüm duvar…. 46 da çıktım.. İdama gidiyorum. Moskova’ya. St.Petersburg’dan. Sessizler. Konuşmuyorlar. Yazardım. Ajanlıkla suçladılar.

*

Ne olduğunu tam hatırlamıyorum ufka bakmış, yavaş yavaş yorgunluk göz kapaklarımın direncini azaltırken güzel bir şarkı duydum. Nerden geldiği umurumda da değildi hani.

Çok derin uyumuş olmalıyım ki askerlerin öldüğünü bile fark edememişim. Kadın başımda dikilmiş öylece bana bakıyordu. Uyanmamı bekliyor olması ihtimal yada beni de öldürmek için hazırlanıyordu. Ve birden o sert Almancasıyla ;“hadi kalk acele etmemiz gerek” dedi. Bu sabah için bunca şey fazla değil mi? Yani onca sıradan günden sonra hayatın hiçte yavaş olmadığını unutmaya başlamışım.” Hey! askerlere ne oldu? Köpek nerde?” Kadının benimle uğraşmanın bir zaman kaybı olacağını düşündüğü, koşarak kaçmasından anlaşılıyor ama nasıl olurda bu yaşta bu kadar çevik olabiliyor. Yirmi yaşındaki bir delikanlıyla yarışabilecek seviyede.
Geride kaldım, yattığım yerde. Artık kendi, yolumu çizmeliyim. İlk işim Amerika’ya kaçmak olacak. Hem böylesi karım ve çocuklarım için en iyisi. İyi bir komünist değilim zaten. İnançlarım var. Çocuklarımın Tanrının varlığından haberdar olmalarını istiyorum. Hem orda kendi yayınevimi bile kurabilirim.

Biraz daha uyumamın kimseye zararı dokunmaz herhalde. Hem kimseciklerde yok.

Ağacın dibinde yığılmış, uykuya yavaşça dalarken bir tank sesi duydum. Kaçmaya başlamak, yapılabilecek en iyi işti ve koştum, koştum, koştum… ama nafile, gelenler Alman tanklarıydı. Savaş bitmemiş miydi? Onların burada ne işi var? Ben içerdeyken ne oldu böyle? Yoksa bana verilen bilgilerin hepsi yanlış mıydı? Her şey bir yana artık Almanların ellerinde bir Rus tutsağıydım!


*

Ne olduğu konusunda tek bir fikrim bile yok. Kavrayabildiğim, SS-subaylarının başımda dolanması. Bazılarında beyaz önlükler var. Duvarı kaplayan gama haçlarıyla alman bayrakları ve Hitler fotoğrafı. SS subaylarının arasında bir adam var ki onun Hitler olma gerçeği beni korkutuyor. Onun ölmüş olması gerekmiyor mu? Hayır, hayır. Bunana inanamam.

Bir sedyedeyim. Lütfen bir Rus ajanı olduğumu sanmasınlar. Vücuduma hükmetmekte zorlanıyorum. Felç mi oldum? Bu korkutucu. Hayır, hayır uyuşturucu vermiş olmalılar. Doktorlardan biri yavaşça bana doğru eğilip, gözlerime ışık tutarak, bilincimin yerinde olup olmadığına emin olmak için, büyük bir ciddiyetle baktı. “Bilincim yerinde ama bilincin, bedenimi eyleme geçirecek gücü yok doktor bey.”

Sonra göğüs kafesimden içeri neşterler, şırıngalar, hortumlar, pamuklu makaslar sokup çıkarmaya başladılar. “Ne yani şuan ameliyatta mıyız?” SS subaylarının ilgisi tamamen şuan olan şeylere kitlenmiş vaziyette. Göğüs kafesimden kalbimi çıkardıklarını gördüğümde, buz parçalarından firar eden damlaların, soğuk soğuk başımdan aktığını hissediyorum.
SS subayları pür dikkat. Fısıltılar. Ve küçük bir dinamoya benzeyen metal yığınını getiriyorlar. Doktor yavaşça eğilip; “Yeni kalbine ‘Merhaba’ de bakalım” diyerek fısıldıyor.
O metal kutuyu göğüs kafesimden içeri, kalbimin yerine monta etti. Bir araba parçası nasıl değiştiriliyorsa, öyle!

“Merhaba, yeni Alman icadı kalbim. Artık bir faşist olabilirim değil mi doktor bey?”

SS subayları çalışan yeni kalbimi görünce alkış tuttular. Evet böylesi bir operasyondan sonra bu tebriki hak ediyor doğrusu. “Bende alkışlamak isterdim doktor bey ama biliyorsunuz işte eylemsizlik… “

Doktor alkışların bitmesinden sonra piposunu yakarak konuşmaya başladı.

“Bu Alman biliminin çığır açan operasyonundaki ilk adımıdır beyler. Alman ulusunun yüceliği karşısında her millet şaşkınlıkla boyun eğecek. Ve kaybedilmiş sanılan bir savaşın enkazı altından yepyeni bir bendenle, tekrar topraklarımız üzerinde yüce milletimizin ve önderimiz Hitlerin adaleti sürecektir. Bu, yeni icat ettiğim yapay kalplerle milletimiz artık daha uzun ömürlü olacaktır. Daha öncede dediğim gibi bu bir başlangıç! Öyleyse asıl önemli olana gelelim. Neden bizim çocuklarımız cephede savaşıp hayatlarını sonlandırsınlar. (hemşirelere bir el hareketi yapıyor ve tekerlekli bir masanın üzerinde bir kutu getiriyorlar.) Bu görmüş olduğunuz mucizevi icat yapay bir beyindir. Ve istediğimiz bilgileri, inançları yükleyip, istediğimiz bir insanınkiyle yer değiştirerek onu kontrol altında tutabiliriz. Yani demek istediğim, itaatkar, ölmeye hazır, askerler yaratabiliriz.”

Birkaç saniye sessizlik. …

“HEİL HİTLER! ”

Ajan olarak ölmeyi yeğlerdim…

Semih Yıldız

21 Aralık 2010 Salı

Yıkın

Varlığın, varolmuşluğun kökü kurusun ve çok yaşasın.
beden, vücut, seks, haz, orgazm.
alçaklığı ve yüceliğiyle.
iğrenç ruhlar.iğrenç kafalar.tadımlık amlar.
bir ömürlük hayat.
hep geç kalındı ve kalacakta.
yıkıldık.
yıkın.
yıkım.

Wide

Wide actions




Wide'dan 3 adet nefis düş meyvesi...

12 Aralık 2010 Pazar

Kronik Doyumsuz Koloni Teşkilatı

Bütün ümidini ritalin gibi ağır druglara bağlamış bir gençlik salya akıtıyorsa tarih kağıtlarına ve her daim biraz daha isteniyorsa kanla barut ve tüm inançların ilk harfinin gölgesinde kan öbeği varsa ve siz bunun farkındaysanız, bilin ki tarih içinde çığlık atan karanlıktansınız.

Robotik aşkların içinde sürekli olarak tinselini kaybetmiş mahlukatlar cehenneminde ya da onlar hala buna dünya diye dursunlar kazanacağınız tek şey ağzınızdan çıkan lafa karşı tarafın inanmasıdır. Her şeyin bir üst mekanizmaya bakarak adım atıldığı ve hala para babalarının ormanları yıktıkları ve insandan korkup kendini betonla kapladıkları ahırlarda izledikleri programların adı yeşil ekran ve çarksız hayatların ambiyansıysa. Bilin ki tarih rögar kapağı açık unutulmuş umumi bir hela. Kara trenlere yazılan ağıtlar artık rakı sofralarına meze olarak dinleniyor ve iğreti gelen bacak arası videoları etik olarak kınanıp öznelinde düşsel bir orgazm aracı olmuşsa ve 1918'de ırmak olan düşmanlık Antep'teki İsa mozaiği gibi porsuyorsa, marjinalık uğruna sarınılan kıyafetler bile saklayamaz o ergenlik sivilcesini.

Şehirlerde moda olan Poi’nin 30 yıldır doğuda çocukların kobay olduğu bir dans olarak yapıldığını bilmeden her küfür ettiğiniz Kürt bir gün hala bir umut var dediğinizde yanınızda olacaksa ve mahşer günü diye kandırılıp kıldığınız namazların aslında boşa gittiğini anlayacağınız zaman asılacak adam olan Aziz Nesin çoktan yok olacak. Özgürlükçü görüşlerin bile belli bir sınırları olduğu şu güzel ve her daim bir cinnet aradığında hemen önüne rengarenk sunduğu dünyamızda hala yalanların kapladığı gerçekler uğruna aşklar yarım kalmakta.

-Geçmiş olsun hayat
-Geçirenler sağ olsun dünya

Ve tüm seçenekler kifayetsiz artık sosyalist bir şarapçının dizelerinde arta kalan. Her şeyi bu kadar s.kebilecek potansiyelde ''aktif'' ruhlarken neden hala sığınacak bir teokrat güç arıyoruz! Derimizi yalanlarımızla giderek siyahlaştırmışsak eğer Mikail beklemek yerine aramızdan çıkaralım. Kendimizin katili olmaya hazır mıyız?

Bir avuç kan ve bolca toprak için uydurulan barış narasını yıkarak kaos! Bütün istediğimiz ve salgıladığımız bu. Otokontrol denen düzenin içindeki robotik aygıtları dışarı atıp ve migren gibi artık manasız yerlerde tarihin içine sıçan erken boşalma sorununu ortada kaldırmak için kaos.

Her şeyin bir üstü arandığı şu zamanlarda tüm sorular bitmiş gibi hala duygusal anlar amacında tanrıya şükran buyurma yerleri arıyorsak ve tanrının tanrısı yoksa bizim neden inancamızı sorgulamadan sadece mensup olduğumuz koloniler inandığı için onlara saygı ve onları biraz daha köleleştirmek ve onları biraz daha maymun etmek için kabul ediyorsak kimine göre toplumsal kimine göre kölelik normları ve hala biraz olsun siyah kalmadığımızı söylüyorsak o an karanlığın içinde yatan size son siyah kürekten son siyah toprak atılmış demektir.

İntihar bir kaybedişin resmi diyorsa doyumsuz koloniler işte o zaman bir direnişin simgesidir. Sadece egolarının bujilerini tamamen gevşettikleri bir ''yeşil ekran''dan sizi mutlu edecek her şeyi yasaklayan çerçeveler çiziliyorsa tek başınıza olsanız dahi direnişe geçin. Onlara tüm hiddetinizle haykırın. Kaos!

GDO'dan GMO'ya geçişin son evresindeyse cenin ve hala biraz umut var diye elindeyse beyaz bir nesne unutma ki Gebermiş Mutasyon Ordusu (GMO) artık salyalarında şeker yerine kan damlıyordur, çünkü artık sen de o maymun kolonisinde Polyannasındır. İki parça toprak için toprakların 50 yılda verdiği mahsul parasından daha çok kelle fiyatına kefen biçildiğini söylediğinde hala nefes alıyorsun ve egoyu bir migren ağrısı kadar çözülmesi kolay fakat bir o kadar sinsi görüyorsan düşmanını tanrı değil de onu yaratan hayal güçleri olarak benimsiyorsan. Kaos yolundasın.

Burak Tunçlar

Edok action



sokak, hafıza, aşındırma denemeleri...
action by Edok

Duygusal Provakasyon- 15Aralık/Barista Performans


15 Aralık, Çarşamba, 22:00
BARİSTA LIVE
İstiklal Caddesi İmam Adnan Sokak No:8 Kat:2 Beyoglu, Turkey

El bombalı okul çocuklarının, kozmosta kaybolmuş astronotların, medyum mezarlarının, lekesiz gebeliklerin kara şafağındayız.

1 konser mi? -Hayır
1 performans mı? -Hayır
1 İşitsel - görsel şölen mi? -Hayır;
...Sadece ilkel benliğimize, çıplak bir yolculuk! Sonsuz acılarımızı, sonsuz öfkelerimizi, sonsuz umutsuzluklarımızı haykırmak için bir sahne; sadece.
Ayarsız, kuralsız ve leş.
Gerisi, gece ve terör...

Duygusal Provokasyon
anlatıcı / rafet arslan
elektronik sesler,gitar / bora şimşek
elektronik sesler, bas gitar / can tan
davullar, ziller / sedat türkantoz
elektronikler / christoph höfferl
video / alper ince

http://www.myspace.com/provokasyonduygusal

ve provokasyon devam ediyor ....

Epik- Elif Yıldız


“Epik” // Elif Yıldız
illüstrasyon & karikatür sergisi

17- 31 Aralık 2010
KargART / Kadıköy
Kadife Sok. No: 16
Istanbul, Turkey

Sergi Açılış: 17 Aralık Cuma, Saat: 20:00
*Sergi Pazartesi hariç her gün 13:00- 20:00 arası gezilebilir.


"Gazetesini doğru katlayamadığı için haberleri doğru okuyamayan ve bu yüzden birçok şeyden çok sonra haberi olan insanların yarattığı traji-komik durum bu serginin konusu olabilir.

2008-2010 yılları arasında oluşturduğum illüstrasyonlardan derlediğim bu sergi; hayatta küçük ayrıntılara takılıp kaldığım, bunları zihnimde evirip çevirirken, büyük bir hikayenin parçaları gibi görünen durum ve kişilerin, nesnelerin sadece kendi çerçevesiyle sınırlı kalmış zavallı ucubeler ya da o durumdan bir kutsallık çıkarıp yüceleşen, kendi varoluş nedenlerini mırıldananlar oldular. Hepsinin toplamı kendi içine çöken bir ikonlar girdabı gibi. 'Epik' hiç de destansı olmayan ve de kahramanlık öyküsü anlatmayan bir minör sergidir."

Elif Yıldız


Elif Yıldız’ın çalışmaları el çizimleri ve dijital çizimlerden oluşuyor.

http://illustratorsculptor.blogspot.com/


Elif Yıldız

1975 yılında İstanbul’da doğdu. 2004 yılında Hacettepe Üniversitesi G.S.F. Heykel Bölümü’nden mezun oldu. 1998 yılından bu yana çeşitli sergilere katıldı. “Epik” İstanbul’da açacağı ilk kişisel sergidir. Elif Yıldız’ın KargART’da daha önce katıldığı karma sergiler “Toplum Düşmanı” ve “Kargaşa10”.

Ugurlama: Ömer Akay

Kısa Tarih
hızlı koşan ilk vurulur hep duran nefessiz

bir solukta uzayan hayalinde açılmamış sus

perdedeki kana bakıp da hep vuruluyorumlar

sakıncalı amalar göğsünü gere gere içerken

sütten kesilmiş koca koca adamlar bence tertemiz



nedendir ki park denince en son çocuk gelir

yaşımı aldıkça yaslandığım ah o çelik kapılar

devam edilen yumruklarla ayakta sevgilim

veo'n...

Ömer Akay
ps. güle güle git ve güle güle gel. Şebeke'den sevgilerle...

Rad

Birlikspor